“Ortak vatan”da sosyalist cumhuriyet için!
PKK 12. Kongre kararlarının açıklamasıyla yeni bir dönemin açıldığı açık.
İç ve dış, ülkesel, bölgesel ve küresel dinamiklerin iç içe olduğu, büyük küçük onlarca siyasal aktörün devindiği bir ortamda konuyu yalnızca Türkiye’den bakarak anlamak da, çözümleyip tutum belirlemek de olanaksız.
7 Ekim 2023’de Gazze’de Hamas’ın “Aksa Tufanı” ile başlayan süreç, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonyasını pekiştirmesiyle sonuçlandı.
Şimdi ABD, İsrail ile kol kola bölgede düzen ve “barış” sağlamaya, Pax Americana’yı tüm aktörlere dikte etmeye çalışıyor. Trump’ın, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan, İsrail ve Türkiye’yi teğet geçen son Ortadoğu seferi, Amerikan barışının tercih ve yönelişleri hakkında önemli ipuçları veriyor. Azerbaycan’da Türkiye’nin de masada olduğu İsrail-Suriye buluşması da öyle. En son durum üzerinden senaryo yazmak sorunlu olacağı için değinmekle yetiniyorum. Kesin olan, Rusya ve Çin’in çeşitli nedenlerle ABD’yi caydıracak bir tutum almadıkları koşullarda ABD’nin Ortadoğu’da duruma egemen olduğu, tüm aktörlerin de buna göre tutum aldıklarıdır. Erdoğan Türkiye’si ve tüm bileşenleriyle Kürt hareketi bu denklemin dışında değil.
Burada iki kayıt düşmemiz gerekiyor. Birincisi, kapitalizmin sınırlarına dayandığı, emperyalist zincirde sürtünmelerin, rekabet ve çatlakların büyüdüğü günümüz kaotik ortamında, ABD de içinde hiçbir güç planlarını elifi elifine yaşama geçirecek durumda değil. İkincisi, aynı ortam büyük küçük tüm aktörlere görece özerk bir hareket alanı ve olayların gidişini etkileme gücü tanıyor. Bu Türkiye ve Kürt hareketi için de geçerlidir.
ABD’ye bağımlı ve angaje Bahçeli-Erdoğan Türkiye’si ve ağırlık merkezi Suriye’ye kayan Kürt hareketi arasındaki müzakere-mücadele ilişkisi bu denklemlerin içinde cisimleşiyor.
Türkiye’de silahların susması bu topraklardaki halk çoğunluğunun ortak özlemidir.
Silahlı mücadeleyle ulusal hak kazanmanın sınırlarına gelinmiştir. Türkiye sermayesinin yayılma istekleri doğrultusunda sınır ötesi savaşlara girmenin sonu hüsranla bitecek büyük bir macera olacağının da görülmesi gerekiyor. Bu iki savaşın da kaybedeni, çoğunluğunu Türk ve Kürt emekçilerinin oluşturduğu Türkiye olacaktır.
Bir saptama daha: Silahların susması, hem bu topraklardaki her türlü hak ve özgürlük arayışını devlet zoruyla ezmenin bahanesi olan “terör” maymuncuğunun işlevsizleşmesini, hem de toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelesini/sınıf mücadelesini perdeleyen, ikincilleştiren bir toplumsal travmanın etkisizleşmesini getirebilir.
Öcalan’ın 27 Şubat tarihli “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının, 12 Mayıs PKK Kongre açıklamasının ve bu açıklamada yer verilen Lozan’a ve 1924 öncesine ilişkin formülasyonun hangi koşullarda hazırlandığını, nasıl bir düzenekten geçerek kamuya sunulduğunu bilmiyoruz.
Şunu ise açıkça söyleyebiliyoruz: Cumhuriyet ve Lozan’ın öncesine dönüş çağrısı, “Türkiye bölgenin süper gücü olursa, bundan Türkler de Kürtler de kazanır” önermesi ve İslam ortak temelli 1000 yıllık Türk-Kürt kardeşliği söylemi sürecin saatli bombalarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel meşruluğunu yadsımak siyaset ve tarih dışı, burjuva karakterini yok saymak sınıf dışı siyasal konumlardır. Hiçbir şey, Cumhuriyet’in tuttuğu kapitalist yol da Lozan da, tartışma dışı değildir. Toprak........
© sendika.org
