Ormanları savunanları savunmak
Doğa, insan ve insanın tarihsel olarak ürettiği toplumsal sistemler, hiçbir zaman birbirlerine dışsal yapılar olmamışlardır. Doğa, insan ereklerinden bağımsız bir özne olduğu kadar toplumsal ilişkiler alanının da, toplumsal ilişkilerin ürettiği sınıf ve iktidar mücadelelerinin içinde yer alır.[1] Bu nedenle son yıllarda Anadolu’nun dört bir yanında yoğunlaşan ekolojik yağma saldırıları, “Süper talan” yasası gibi yasal düzenlemeler, Akbelen’deki ısrarlı tahribat girişimleri ve elbette Reşit Kibar cinayeti bu bağlamın içinden okunmalıdır.
Artvin’in Cankurtaran köyünde yaşanan Reşit Kibar cinayeti gerçekleşeli bir yıl oldu. 26 Eylül’de görülecek üçüncü duruşmasına giderken yalnızca bir köylünün ölümü değil, aynı zamanda memlekette köylüler ile yağmacı sermaye arasındaki gitgide yükselen gerilimin bir yansıması olarak yaşanan cinayete dair geçirdiğimiz hukuki süreci hatırlatmak isterim.
3 Eylül 2024’te Cankurtaran köylülerinin orman kesimine karşı direnişi sırasında, Yapısoy Holding şirket çalışanlarından Fikret Merttürk ve Muhammet Ustabaş’ın direnen köylülerin üzerine açtığı ateş sonucu iki köylü yaralanmış, Reşit Kibar hayatını kaybetmiş, beş köylü sağ kurtulmuştu. Cinayetin Mayıs ayında görülen ikinci duruşmasında, mahkeme heyetinin ve özellikle heyet başkanı hakimin müştekiler ile izleyici köylülere yönelik sert ve baskıcı tavrı, yargılamanın adil ve sakin bir ortamda yürütülmesini engellemiş; bu nedenle duruşmanın yaklaşık dokuz saat süren gergin ve hararetli bir atmosferde geçmesine neden olmuştur.[2] Duruşma boyunca hem sanık ifadelerindeki çelişkilerde hem de tanık anlatımlarında öne çıkan unsurlar; köylülerin üzerine kesintisiz ‘11–12 el ateş edildiği’, Fikret Merttürk’ün olay mahalline çıkış gerekçesini ‘Orman Genel Müdürlüğü yetkilisi tarafından bir iki saat görüntü verin denildiği’ şeklinde itiraf etmesi, jandarmanın olay mahallinde müdahale etmeksizin dakikalarca beklemesi ve Reşit Kibar vurulduktan sonra onu aracına almayı reddetmesi, sanık avukatının davayı köylüler yönünden takip eden barolara “riyakar” demesi oldu.
Bu davada, çevre hukukunun önleyici mekanizmalarının işlememesiyle (ÇED süreçlerinin sermaye lehine işletilmesi, halkın katılımı ve itiraz yollarının tıkanması, etkisizleştirilmesi) ceza hukukunun en ağır başlıklarından biri olan kasten öldürmeye evrilen bir süreç önümüze serilmektedir. Dava yalnızca bir cinayet davası değildir, aynı zamanda ekosistem hakları[3], devlet-sermaye işbirliği ve köylülerin yaşam alanlarını savunma mücadelesinin kriminalize edilmesi bağlamında daha geniş yapısal bir çatışmanın düğüm noktasını oluşturmaktadır.
Mahkeme heyetinin duruşma içeriğinin evrilmesinden en çok korktuğu nokta da bu düğüm noktası oldu. Duruşma sırasında köylüler ifadelerinde, Cankurtaran bölgesine daha önce getirilen maden projelerine karşı verdikleri mücadeleleri aktararak cinayet dosyasında “mesire projesi” adı altındaki talan projesini neden istemediklerini belirmiş, bu proje özelinde AKP Milletvekili Faruk Çelik, Yunus Merttük ve yerel idare yöneticileri arasındaki suç şebekesini açıklamaya çalışmışlardı. Açıklamaya çalıştılar diyorum çünkü mahkeme başkanı, ne zaman müştekiler köyün ormanını neden savunduğunu anlatmaya başlasa sert biçimde “cinayet dosyasının konusu dışına çıkılmaması” noktasında uyarıda bulundu.
Mahkeme salonunda bastırılmak istenen bu siyasal ve toplumsal arka plan, aslında köylüler ve Yapısoy Holding arasındaki çatışmayı doğuran gerçek zemindir. Köylülerin mesire projesi adı altında yürütülen talana karşı direnişi, olay günü yaşanan gerginliğin yüksekliğini ve Reşit Kibar’ın ölümüne giden süreci açıklamaktadır.
Cinayet gününe giden süreçte, olaydan önceki haftalarda mesire projesine karşı itirazlar dikkate alınmayarak Cankurtaran’da ağaçlar kesilmek üzere işaretlenmiş, köylüler bölgeye giderek ağaçlardaki damgaları sökmüştür. Ardından 3 Eylül günü şirketin ağaçları kesmek için ormana gireceğinin duyulması üzerine cinayetten bir gün önce köylüler damgalanan ağaçların olduğu bölgede nöbet tutmaya başlayacaklarını açıklamışlardır. 3 Eylül günü geldiğinde şirket çalışanı Fikret Merttürk, Muhammet Ustabaş, iş makinesini kullanan iki işçi ile beraber Cankurtaran’a çıkarlar. Ağaç kesimine başlandıktan sonra duruma müdahale eden köylüler şirket çalışanları ile tartışırken sanık Muhammet Ustabaş’ın araçtan silahı aldığı, Fikret Merttürk’e ait ruhsatlı silahla önce havaya ardından grubun bulunduğu yöne doğru ateş ettiğini kendi beyanlarında doğrulamıştır.
Duruşmada tutuksuz yargılanan sanık Fikret Merttürk, Cankurtaran’a çıkmadan önce bölgede yetkili jandarma personelinin kişisel telefonunu arayarak bölgeye iş makinası ile çıkacağını belirtmiştir. Mahkemede Merttürk durumu şu şekilde ifade etti:
Pazartesi günü fiziki olarak ilçe jandarma karakoluna gittim. 3 Eylül Salı sabahının programını ilettim. Bu rutin faaliyetimiz. Vekil karakol komutanı Furkan astsubaydı. Furkan........
© sendika.org
