Eski bir “devrim yolcusu”nun düşünceleri üzerine (II): Post-modernizm, kuantum ve AKP dönemi
Biter, Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği yeni politik paradigmanın kavranarak hayata geçirilmesi ihtiyacı üzerinde durarak İmralı notlarından Öcalan’ın sözlerini aktarıyor:
Ben Descartes ve Newton gibi düşünmüyorum. Düşünüş tarzım kuantumik tarzdır. Doğanın temeli atomsa, atomda da bir çeşitlilik varsa, toplumda da bu olur. Benim düşüncem doğal diyalektik bir anlayıştır. (İmralı notlarından) (aktaran Biter, 2004, s. 263)
Bu notlardan hareketle Mehmet Biter sosyalist harekete ilişkin eleştiri getiriyor:
Kuantumik tarz, Newtonik tarzından kopuşu ifade eder. Newton mekaniği, atom üstü maddeyi inceler; atomu maddenin bölünmez en küçük parçası sayar. Kuantum mekaniği ise, atomu parçalayan atom altı madde bilgisidir. Türkiye’de 1968-78 yıllarında on yıl öğretmenlik yaptım. Ders kitaplarında atomun bölünmez bir bütün olduğu bilgisi yer alıyordu. Oysaki 1920’lerde atom parçalanmış, daha sonrasında atom silahı üretilerek Japonya kentleri yerle bir edilmişti. Atom bombası ile atomun parçalanması arasında bağ kurmak zor değildi; nedense bizler eğitim kurumlarımızda eski Newtonik bilgiyi tekrarlamakla meşgul idik. (Biter, 2024, s. 263)
Eski bir sosyalist ilkokul öğretmeninin, Öcalan’ın görüşlerinden de etkilenen yanlışları… Bu yaklaşımı bölümün devamında da görüyoruz. Burada, yeni bir ideolojik hatta bağlanırken, geçmişin çok köklü bir çarpıtması gerçekleşiyor. Oysa en azından atomun bileşenleri olan nötron, proton ve elektron parçacıkları üzerinde 1970’lerin, eğer ilkokulda değilse bile, ortaokul, lise ve üniversite derslerinde duruluyordu. Newton, 1700’lerin başlarında, sert ve bölünemez atomlardan bir model oluşturmakla birlikte, sonraki yüzyıllarda birçok gelişme oldu, anlayış aynı şekilde kalmadı. 1960 ve 70’lerde Türkiyeli sosyalistler arasında temel bir başlangıç kitabı olan “Felsefenin Temel İlkeleri” kitabı (Georges Politzer’in 1930’larda Paris İşçi Üniversitesi’nde verdiği ders notlarına dayanır) bile atomun bileşenlerinden, 1930’lardaki bilgiler düzeyinde, söz etmektedir. Biter’in fizik bilgisi, 1990’lı yıllardaki okumalarıyla, 1700’lerden 1900’lerin ortalarına sıçramış… Olabilir tabii, bazılarımız bazı şeyleri daha geç öğrenebilir ancak yazarın kendisi için geçerli olan bu geç kalmayı bütün sosyalistlere mal etmesi sorunlu görünüyor. Biter’in düşüncelerindeki daha temel bir başka soruna ise önümüzdeki paragraflarda değineceğiz: Atom yapısına (veya daha genel olarak doğa bilimlerine) ilişkin bilgi ile toplum incelemeleri birebir paralel mi seyreder?
Tekrar Biter’e dönerek okumaya devam ediyoruz:
Şimdi burada, kuantumik tarz ile politik alanın ne ilgisi var sorusu pek tabi gündeme gelebilir. İlk bakışta birbirinden ilgisiz konular olduğu söylenebilir.
90’lı yıllarda yaptığım okumalarla bu konulara vakıf olmuştum. Sanayi devrimine öncülük eden; modern dönemin temelini oluşturan Newtonik bilgi yerini, modern sonrası çağın temel bilgisine, kuantumik bilgiye bırakıyordu. Bu iki kavramsal ifade, modern ve modern sonrası tarihsel dönemlerle ilgilidir. Modern dönemin temel düşünce biçimi olan Newtonik düşünce, kuantumik bilimin gelişmesiyle birçok yönden artık geçersiz hale gelmiştir.
Üretimden tüketime kadar bütün toplumsal süreçlerin, ilişkilerin dijital teknoloji marifetiyle yeniden kurulduğu; bilgi, para ve hizmet trafiğinin olağanüstü hız kazandığı, kol ve kafa gücünün üretim süreçlerinde gerilediği bu çağda Newtonik bilginin temel kabulleri ile yolumuza devam edemeyiz. Newtonik bilginin temel kabulleri üzerine inşa edilen politik yapıları korumak ve sürdürmek artık olanaklı olmaktan çıkmaktadır. (s. 264)
…
… Newtonik teori bize, doğa hesaplanabilir, tanımlanabilir, önceden bilinebilir gibi kesinlikleri; sabit ve değişmez kategorileri bize bildirirken; kuantumik teoride ise kaos ve karmaşıklık söz konusu. Newtonik teoriye göre maddenin hareketi lineerdir (doğrusaldır.) Kuantumik teoride ise atom altı parçacıklar aynı anda farklı yönlere hareket edebilirler. Doğanın gerçek işleyişi lineer değildir. Beyin lineer işlemez, ekonomi lineer işlemez vs. gibi.
… Bu keşfin siyasi olarak bizi ilgilendiren kısmı ise, toplumların gelişmesini ele alan tarihsel ilerleme teorisi; ilkel komünal toplumdan kapitalist, komünist topluma doğru ilerleyen tarih anlayışı bütünüyle maddenin lineer (doğrusal) hareketi teorisi, yani Newtonik teori ile tam bir uyum içindedir. Kuantum ise, toplumların tarihsel yolculuklarının benzer bir rotayı izlemeyeceği, her toplumun gelişmesi ve ilerlemesinin kendine göre farklı yollardan olacağını söyler. Gelişmenin istikrarsız, çelişkili, farklı biçimlerde akışkan hareketini bize hatırlatır. Evet, hayır veya siyah-beyaz gibi kesinlikler ileri sürülemez, çok sayıda olasılık var. Kısacası, klasik Newtonik mekanik, atom altı parçacık biliminde işlemez. (s. 266)
Doğa bilimleri ile toplum bilimleri ve siyasal mücadele arasındaki ilişkinin karma karışık şekilde ele alındığı bir bölüm… Görüldüğü kadarıyla 1990’lardaki okumalarıyla Mehmet Biter sıradan “post-modernist” yaklaşıma varmış. Elbette doğa bilimlerindeki değişmeler toplum bilimlere ilişkin bilgi ve düşünceleri de etkiler. Ancak bu ilişkiyi çok kısa bir mesafede ve doğrusal şekilde ele almak toplumsal olaylarda indirgemeciliğe yol açar. Geçmişte kaba materyalizm, pozitivizm, sosyal Darwinizm gibi yaklaşımlar bu örneklerdendir. Bugün de post-modernistler bu indirgemeciliği tersten yaparak, fiziğin atom altı boyuttaki “belirsizlik” ilkesini birebir şekilde toplumlara uyarlayıp “toplumsal belirsizlik” sonucuna ulaşıyorlar.
Biter dogmatik şekilde post-modernizme ve kitapta aktardığı “kuantumik” ideolojiye bağlanmış. Söz konusu bağlanmayı meşrulaştırabilmek için de eski ideolojisi olan Marksizm’i bir karikatüre dönüştürmeye çalışıyor. Tarihsel toplumsal yapıların ortak özelliklerini aktarmaya çalışan ancak teoriyi donuklaştıran eğitim kitaplarındaki toplumsal şemayı alıp Marksizm’in yerine ikame ederek çürütmeye çalışıyor. Konuyu Engels’in aşağıda sunduğumuz pasajıyla birlikte ele alalım:
… tarih öyle bir yolda ilerler ki, son sonuç, her zaman, bireysel birçok istenç arasındaki çatışmalardan doğar; o istençlerin her biri de, bir sürü özel yaşam koşulunun ürünüdür. Böylece, bir bileşkeyi -tarihsel olayı- belirleyen, birbiriyle kesişen sayısız güçler, o güçlerin oluşturduğu sonsuz bir paralel kenarlar serisi vardır. Bu da tümüyle bilinçsizce ve istençsiz işleyen bir gücün ürünü sayılabilir. Çünkü her bireyin istediği şey başka herkesçe engellenir ve ortaya çıkan hiç kimsenin istemediği bir şeydir. Tarih, şimdiye değin işte böyle doğal bir süreç tarzında ilerlemiştir ve kökünde aynı devinim yasalarına uyar. Ama birey istençleri, her biri kendi fiziksel yapısı ve dış, son uğrakta ekonomik, koşullarca (ya kendi kişisel koşullarınca ya da genel olarak toplumunkilerce) istemeye itildikleri şeye erişemeyip genel bir ortalamada, ortak bir bileşkede kaynaşırlar; ancak, bundan birey istençlerinin sıfıra eşit oldukları sonucu çıkarılmamak gerekir. Tersine, bileşkeye her biri katkıda bulunur ve bileşkede o oranda içerilir. (Engels, [1890] 1993, s. 17) [1]
Engels aynı mektupta “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte en sonunda belirleyici etken, gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir” yazdıktan sonra yukarıdaki açıklamayı yapıyor. Bu paragrafta anlatılan sürecin sonundaki olası ihtimallerin çeşitliliği kolaylıkla anlaşılabilir. Biter, Marksizm’le savaşmaya çalışırken Marksizm’in karikatürleriyle savaşmaktadır.
Biter, bu minvalde, yeni kuantum mekaniği ürünü olan teknolojilerin dünyanın her yerini kontrol altına alma olanağı sağladığı ve bu nedenle eski bilgiyle hareket edilemeyeceği üstünde duruyor ve proletarya devriminin reddine ulaşıyor.
Bu bilgiden hareketle varmak istediğim yer şudur. İçine girdiğimiz bu bilgi çağında, eski dönemin gerçekliğinde üretilmiş ideolojik-politik söylemlerle yolumuza devam edemeyiz. Verili koşullar, her alanda köklü bir şekilde değişime uğramaktadır. Proletaryayı özne kabul eden tek sınıfa dayalı devrim stratejileri zemin kaybederek geçersiz hale gelmektedir. Bu dönemde iş bulmak, düzenli gelire sahip olmak, çalışanı düzene kelepçeleyen ciddi bir bağlanma haline geldi. Bu konularda birçok şey söylenebilir; şimdilik belli noktalara dikkat çekmekle yetineyim. Kısacası, yeni dönemi tanımlayan temel kabulleri kavrayarak kendimizi yeniden var kılmak zorundayız. (s. 265)
Solun Kemalizm’le hesaplaşmadığını, antiemperyalist mücadele hattının yanlış olduğundan başladık ve proletarya devriminin yanlışlığı sonucuna vardık. Biter “proletaryayı özne kabul eden tek sınıfa dayalı devrim stratejilerinin geçersiz olduğunu” ifade ederken proletaryanın özne olmadığı, çok sınıfa dayalı devrim stratejisi mi öneriyor? Bunlar hangi sınıflar acaba? Devamında “bu dönemde iş bulmak, düzenli gelire sahip olmak, çalışanı düzene kelepçeleyen ciddi bir bağlanma haline geldi” ifadesi de “proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktur” mottosunun reddiyesi galiba. Yukarıda aktardığımız bir alıntıda da “kol ve kafa gücünün üretim süreçlerinde gerilediği” (s. 264) iddia ediliyordu. Aynı anda hem kol hem de kafa gücü gerilediğine göre bu süreçte ilerleyen nedir acaba? İnsan etkinliğinden bağımsız bir “şey” üretimde ilerliyor galiba? “İş bulmak çalışanı düzene kelepçeleyen ciddi bir bağlanma haline” gelmiş imiş… Bu durumda işçi olan proleterler düzene bağlanıyor ama işsizler düzene bağlanmıyor, anlaşıldığı kadarıyla. Ne yapsak acaba? İşsizliğin artması ve böylece düzene bağlananların azalması için “işsizliğin çoğalması duasına mı” çıksak? Aslında kuantumik düşünceyle değerlendirildiğinde “iş bulmak çalışanı düzene de bağlayabilir düzene karşı çıkmasına da yol açabilir. Öte yandan işsiz olmak da düzene karşı çıkmaya da düzene bağlanmaya da yol açabilir. Bunlar öngörülemezdir. Kafanıza takmayın başka şeylerle uğraşın” şeklinde bir sonuca ulaşmalıydı. Marksistler ise iş bulmanın, ücretli çalışmanın, yani proleterliğin olağan ve süreğen biçiminin aynı zamanda sermayeyle ve düzenle çatışmaya zemin oluşturduğunu ifade ederler. İşsiz olan proleterler ise yaşayabilmek için ya daha kötü koşullarda da olsa iş bulmak, düzensiz işlerde çalışmak ya da düzenin çatlaklarında yaşayan lümpen-proleterler olmak durumundadır.
Velhasılıkelam, Biter proletarya devrimi önermesini çürütebilmek için tutarsız şeyler yazıyor. İnsan, geçmişte ideolojik mücadelede önemli yer tutmuş bir kişiden, düşünceleri değiştiğinde de ciddiye alınabilir düşünceler görmeyi umuyor ama görüldüğü gibi ummakla kalıyor.
Geliyoruz Biter’in ideolojik savrulmalarının politik alana yansımasına…
Biter’in 12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa referandumuna ilişkin iddiaları, hayali senaryoları ve zorlama mantık oyunlarını içeriyor.
Siyasal ömrünü tamamlamış ve topluma sunacak yeni bir politikası kalmayan İttihatçı-Kemalist güçlerin mücadele sahasından tasfiye edilmesiyle, alternatif güç olarak, özgürlükçü-demokrat sol güçlerin devreye girmesinin yolu açılabilirdi.
Gündeme getirilen referandum bir yönüyle İslamcı güçlerin tam iktidar olmasının yolunu açarken, diğer yandan eski rejim güçlerini tasfiye ederek, muhalefet alanında AKP’ye karşıt güç olarak sol siyasetin........
© sendika.org
