menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Devrimci Strateji meselesine bir bakış: Biz rotamızı belirleyelim, alacak çok yol(c)umuz var!

14 10
18.09.2025

“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.

M. Ender Öndeş’in Bu bir kader mi? Başka bir yol yok mu? sorusu üzerine, Sendika.Org’un başlattığı tartışma çağrısına dahil olmaya karar verdim. Olumlu provokasyonların hareketi tetiklediği gibi tartışma zeminleri de birbirini domino taşı gibi tetiklediği için hem devrimci pratiği hem de teoriyi beslemektedir.

Öncelikle, Türkiye siyasetinin yeniden şekillenişine bakarken tarafların konumlanışını gözden geçirmek gerekir. AKP-MHP iktidarı, değişen mücadele dinamikleri doğrultusunda farklı halk kesimlerini hedef tahtasına yerleştirmektedir. Bugün barış sürecinden ya da CHP’ye yönelik operasyonlardan söz edeceksek, bunları bir süreklilik perspektifinden değerlendirmek zorundayız. Bu bağlamda, devrimci potansiyellerin bütünlüklü biçimde ele alınması, ezilenlerin çıkarlarının kesişim noktalarının belirlenerek çıkar paralelliğinin kurulması ve buradan hareketle en geniş cephenin inşa edilmesi gerekmektedir. Zira Marksist anlamda, bir sınıfın iktidarı almaya hazır olmadığı koşullarda iktidarın onun ellerine düşmesi, o sınıfın kendi amaç ve çıkarlarına zıt davranışlarda bulunmasıyla sonuçlanır. Sınıfların kendi çıkarlarına aykırı hareket etmesi ise kapitalizmin tipik bir pratiğidir.

Lenin, proletarya ile köylülüğün bürokratik-askerî devlet mekanizması tarafından baskı altına alınmaları, ezilmeleri ve sömürülmeleri nedeniyle “halk” adı altında birleştiğini belirtir. Eğer sınıfları birleştiren şey sömürü ise, proletaryanın 19. ve 20. yüzyıllardaki gibi azınlık sınıf olmadığı günümüzde bu birleşme neden gerçekleşmemektedir? Parçalı mücadele hatları nasıl ortaklaştırılabilir? İşçi ordusundan oluşan yoksul halk kesimleri bize neyi göstermektedir? Kıvılcımlı’nın (1974, s. 45) ifadesiyle, sömürü topluluklarında kitleleri harekete geçiren şey, kanaatlerinden çok, maruz kaldıkları “zor”dur. O halde kitlelerin devrime inancı ve atılımı, tam da bu “zor”un aşılması üzerinden gerçekleşmelidir. Başka bir yol nasıl mümkündür?

M.E.Öndeş, başka bir yolun açılmasını, yürünecek yolla ilgili ciddi bir “memnuniyetsizlik” duygusuna sahip olmak gerekliliği üzerinden ele alıyor. Benzer biçimde H. Selim Açan da yeni yolu ‘kendinden hoşnutluk’ rehavetinden kurtulma olarak tanımlıyor. Bu yaklaşımlara katılıyor, bu dosyanın doğru yerden rahatsızlık yaratması ve hareketi tetiklemesini umuyorum.

Türkiye siyasetinin krizlerine ve yeniden kuruluşuna kafa yorduğumuzda, 19. yüzyıl Fransa’sına başvurmak doğru olacaktır. Siyasal krizler bünyesinde bir paralellik kurmaya çalışırsak, Türkiye’de elbette ki her yönüyle tutarsız, kendi içinde çelişkili ve kitleleri harekete geçiremeyen bir siyasal çizginin hakim olduğunu öne süremeyiz. Aynı şekilde ne bir devrim arifesindeyiz ne de monarşi güçlerinin belirleyici olduğu bir dönemde. Fakat eğer stratejiden bahsedeceksek, odağımız elbette ki devrimin karşıdevrim doğurduğu, devrimci siyasetin coğrafi pusulası olan Fransa olacaktır. Devrimler Fransa’sını inceleyen Karl Marx, yalnızca dönemin tarihsel-sosyolojik bir analizini yapmakla kalmıyor; günümüze ışık tutacak bir devrimci siyaset yapma biçimini tarifliyor. 1849-1851 arasındaki siyasal süreci ele aldığı 18 Brumaire eserinde, sınıflar arası ilişkilerin egemenler nezdinde belirli planlı pratikler ile belirlendiğini açığa çıkarır. Bu, bir tür strateji ve stratejisizlik çatışmasıdır. 19. yüzyıl Fransa’sı gibi bugünün Türkiye siyasetine baktığımızda şunu görürüz: Halkın iradesiyle seçilmiş, fakat halkın çıkarlarını yansıtmayan yasama gücü (Ulusal Meclis), gücünü halkın sefaletinden alan bir yürütme gücü ve burjuva siyaseti ile çevresi sarılmış halk kitleleri. Kuvvetler ayrılığının anayasal diktatörlük içerisinde buharlaştığı 2017 ile ilk ikisinin iç içe geçtiğini de farz edersek tablomuz daha da basitleşerek şudur: yeni tip faşizmin üzerine giydirilen demokrasi gömleğinde burjuvazi, mülk sahibi sınıf ve yoksul halk kitleleri. “Halk” adına burjuva siyaseti yapan paradoksal yapıdaki Ulusal Meclis, Louis Bonaparte’a karşı daha güçlü konumda olmasına rağmen bir düzen siyaseti güderek “halinden memnuniyetlik”in tarihsel örneğidir. 10 Aralık Derneği gibi skandalların teşhir edilmesiyle yıkım siyaseti yerine küçük biçimsel sorun siyaseti koyulmuştur. Fransa’da Bonaparte nasıl Ulusal Meclis’in “detay” siyasetinde açılan yarıkları manipüle ederek iktidar olduysa, Türkiye’de AKP-MHP iktidarı da sol siyasetin, Kürt siyasetinin ve toplumsal-siyasal muhalefetin stratejisizliğinin açtığı yarıklardan güç devşirmektedir.

Peki neden devrimci strateji? Bunun cevabını çok basit görüyorum. Devrimci hareketlerin çıkış noktası olacak siyasi krizlerin kimin lehine çözüldüğüne bakmak lazım. Eğer bu krizler egemenler lehine çözülüyorsa ki öyle, karşımızda planlı ve stratejik ilerleyen iktidarlar vardır demektir. Makyavelci bir anlayışta amaç, aracın önüne geçer; siyasal iktidarın sürekliliği için araçta kusur aranmaz. Siyasal otoritenin tek ve yegâne güç olarak kendini inşa etmesi, iç ve dış tehditleri ortadan kaldırarak varlığını pekiştirmesine bağlıdır. Bu sebeple günümüzde AKP-MHP iktidarının, “iktidarda kalma” amacını hasıl edecek araçların organizasyonu, stratejik bir meseledir. Örneğin kayyum mızrağının Kürt halkından sonra CHP’ye saplanması, AKP-MHP’nin “iç cepheyi” sağlamlaştırmak için iç düşmanlar üzerinden güç devşirmesidir. Bunu........

© sendika.org