menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Suni denge sarsılırken: Devrimci bir yol arayışı

22 14
22.09.2025

“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.

Türkiye’de özellikle son seçimlerin etki ve sonuçları akabinde baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir süreç içerisine girilmiştir. CHP ve Ekrem İmamoğlu üzerinden girişilen topyekûn saldırı sürecin bir katmanını oluştururken Kürt Hareketiyle başlatılan ve büyük oranda Ortadoğu’daki gelişmelerin zorlayıcı/belirleyici olduğu yeni süreç aktüel gelişmelerin diğer katmanını oluşturmaktadır. Bu ikili katmana eşlik eden sürekli kriz ve yöneteme halinin derinleşmesiyse toplumsal isyan dinamiklerini diri tutan bir gerilim hattı olarak varlığını korumaktadır. AKP-MHP’de cisimleşen iktidar pratikleri ve toplamda neo-faşizm olarak adlandıracağımız odak, bu çok katmanlı gerilimler karşısındaki tepkiyi ve yönetememe krizini, iktidar aygıtlarının zor ve -eskisi kadar etkili olmamakla birlikte- rıza üretim mekanizmalarıyla göğüslenmesine çabalamaktadır.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. 19 Mart’ta başlayan sürecin de gösterdiği gibi kitle tepkiselliği gelişme potansiyeli taşıyor. Dengesizliğin dengede tutulması ve pasifizasyonu olarak örgütlenen suni denge, sarsıntılarına eşlik edecek salınımlarını gerçekleştiriyor. İşte devrimci bir odak, buradaki sarsıntıları sürekli bir devrimci hatta ve talebe bağlayabildiği oranda ezilenlerin ve emekçilerin birleşik blokunu inşa ederek neo-faşizmin karşısına dikilebilecektir. Bunun yöntemi, krizin ezilenler lehine derinleştirilmesi ve suni dengedeki sarsıntıların takip edilerek kırılımı sağlayacak devrimci süreklilikle bir yol açılmasıdır.

İktidarın, her türlü imkanla, içerisinde yer aldığı süreçleri kendi siyasal perspektifine uygun yönetmeye çalışması beklenen bir durumdur. Muhakkak her özne de karşılıklı olarak bu süreçlerin barındırdığı tehlikeleri gözetmektedir. Özellikle Kürt Hareketi ile yeniden başlayan çözüm görüşmeleri ve nihayetinde PKK’nin feshiyle birlikte aşama kazanan “yeni süreç” dış denge arayışlarındaki zorunlulukların devlet aklına dayattığı birinci katman olarak görülmektedir. Bu süreçte KÖH tarafından “demokratikleşme” başlığıyla talep edilen en temel demokratik talepler şu ana değin karşılanmamakta; nihai olarak oyalayıcı bir zeminde demokratik kanalları güçlendirecek siyasal baskı mekanizmalarının inşa edilemediği bir sıkışmışlıkla süreç devam etmektedir. Barışın toplumsallaşması olarak adlandırılan ve toplumsal kesimler tarafından sahiplenilerek demokratikleşme talebinin iktidara dayatıldığı bir kitlesellik, henüz tam anlamıyla inşa edilemediği gibi kısa vadede de bu yöntemsellik devam ederse taleplerin örgütlü olarak dayatılması olanaklı görünmemektedir.

Dolayısıyla ilk eğilim, halk kitleleri bakımından demokrasi ve devrim mücadelesini tek başına içerisinden yeşertecek imkanları henüz barındırmamaktadır. Bu çerçevenin içerisinden çıkarılacak bir demokratikleşme müdahalesi, ancak kitlesel taleplerle buluşan bir demokrasi ve devrim mücadelesiyle bağlanınca güçlenebilecektir. Dolayısıyla bu eğilim ve süreç, başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilenler için önemini korumakla birlikte devrimci bir karşı çıkış için tek ve sınırlı bir eğilim olarak görülemeyecektir.

Karşı çıkış için ikinci katman ise CHP’ye yönelik saldırılar etrafında ve bununla sınırlı olarak demokrasi ve devrim için müdahaleyi örgütleyebileceğine yönelen hatalı eğilimlerdir. Bugün CHP üzerinden girişilen yargı terörü ve faşizm pratikleri, Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin uzun süredir hemhal olduğu yani yabancısı olmadığı pratiklerdir. Dolayısıyla faşizmin saldırıları CHP ile var olmadığı gibi CHP’ye yönelen saldırıların def edilmesiyle de yok edilemeyecektir. Tıpkı ilk eğilimde belirttiğimiz gibi devrim ve demokrasi mücadelesini CHP’ye dönük saldırıların def edilmesiyle sınırlayan bir anlayış, Türkiye’de faşizmin bir süreklilik olduğunu ıskalamaktadır. Kürt siyasetinden devrimci demokratlara uzanan saldırıların perspektifini CHP üzerinden değerlendirerek devrimci bir karşı çıkış örgütlemek mümkün değildir. Nitekim CHP’ye beklenen sınırlarının ötesinde misyon atfedilemeyecektir; rejimin kurucu partisinin sokak siyasetini önceleyerek seçim-sandık denklemini reddetmesini beklemek kendi varlığını reddetmesini temenni etmektedir. Doğaldır ki bu temenninin gerçekçi bir boyutu söz konusu değildir. Bu durum, faşizmin saldırılarına karşı çıkmamayı........

© sendika.org