menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yüzleşilmeyen bir katliam: 6-7 Eylül Pogromu

24 1
06.09.2025

Yüzleşilmemiş bir geçmiş, ruhumuz ve kimliğimizde bir apse gibidir. Yüzleşmek bir bisturi gibi acıtır, rahatımızı kaçırır ama iyileşmenin başka da bir yolu yoktur.

Serol Teber, Tutunamayanlar’ın Politik Psikolojisi

Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan ulus-devlet fikri, Avrupa’da uygulama alanı bulmuş ve feodal siyasal devletlerin imparatorluk şeklindeki yapılanması sona erdirilerek ulus-devlet düzenine geçilmiştir. Daha sonra bu fikir dünyanın diğer bölgelerine de yayılmıştır. Kapitalizmin ihtiyaçlarına göre Avrupa’da oluşan yeni devlet yapısı olan ulus-devlet anlayışı, Osmanlı İmparatorluğu’nu da derinden etkilemiştir. Ulus-devletler, Birinci Dünya Savaşı sonrasında feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin ürünleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Türk ulus-devleti de kapitalist gelişmenin bir sonucu olarak aynı anlayışın bir tezahürüdür.

Kapitalizmin gerekliliği olarak ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen ulus-devlet projesi en çok, çok uluslu imparatorlukları etkilemiş; bu imparatorluklardan tek uluslu devletler ortaya çıkmıştır. Kapitalizmin ihtiyacına ve bitmek bilmeyen kâr hırsına bağlı olarak ortaya çıkan ulus-devletler yine kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenme aşamasındadır. Ulus-devletin oluşması sürecinde yaşanan etnik kimlik ya da azınlık sorunları ulus-devletler için hâlâ sorun ve gerilim hattı olarak durmaktadır. Tek ırklı, tek uluslu devlet yapılanması temelinden hareket eden ulus-devlet anlayışı daha sonraki süreçlerde bu tek ırk ve tek ulus üzerinden yeni “azınlık ve farklılık” yaratma güdüsüyle hareket eder. Varlık nedenini iç ve dış düşmana göre belirleyen ulus-devlet mantığı için; iç düşman yaratma konusu ve iç düşmanın varlığı onun sorgusuz sualsiz devamlılığını sağlayan yeğene unsurdur. Ulus-devlet sürecinde herkes her an “azınlık” olabilir. Azınlıklar, iç düşman emeliyle hayali değil gerçek düşmanlardır.

Ulus-devlet, Vikipedi’de “meşruiyetini bir ulusun belli bir coğrafi sınırlar içindeki egemenliğinden alan devlet şekli” olarak tanımlanır. Bu tanımda yer alan coğrafi sınırlar, Misak-ı Milli ile çizilen bölgelerdir. Ancak asıl önemli olan bu coğrafi sınırlar içinde bir ulus yaratma sürecinin gerçekleştirilmesidir.

Fikret Başkaya’nın “Şeyleri adıyla çağırmak gerekir” çağrısına uyarak, 6-7 Eylül “olaylarını” incelemeden önce konunun adını netleştirmek istiyorum. Söz konusu süreci normalleştirmek ve kabul edilir kılmak için, süreç hep “olay ve olayları” şeklinde ifade edilmiştir. Oysa yaşananlar, kelimenin tam anlamıyla “pogrom”dur. Pogrom; dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet eylemleridir. Bu şiddet eylemleri, genellikle evleri, işyerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur. 6-7 Eylül de tam olarak budur. 6-7 Eylül Pogromu, devletin ve milletin dahil olduğu, azınlıkları yok etme ve onların mal ve mülklerine el koyma girişimidir.

Çokuluslu Osmanlı İmparatorluğu’ndan tek uluslu bir devlete geçiş süreci, İttihat ve Terakki dönemiyle başlamış ve Cumhuriyet dönemi politikalarıyla sürdürülmüştür. İttihat ve Terakki’nin (1912-1918) iktidar olduğu yıllarda atılan temeller üzerine devlet ve millet politikası haline gelen “Türkleştirme” politikaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan uluslar arasında, ulus olma ve uluslaşma sürecini en geç yaşayan, Türklerdir. Türkler, ulus olma yolunda, yaşadıkları coğrafi sınırlar içinde tek bir ulus oluşturma düşüncesiyle, Anadolu’nun kadim ulusları için kanlı ve zorlu bir süreç başlatmıştır. Farklı ve kadim ulusları barındıran Anadolu’nun homojen (tek kimlikli) hale getirilmesi, Kemalizm’in tanımladığı ulus-devlet olmanın vazgeçilmez şartlarından biridir. Bu toprakları kadim uluslardan arındırmak için İttihat ve Terakki döneminde başlatılan yapı, Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. “Özellikle Balkan Savaşları’ndan sonra belirginleşen milliyetçi paradigma, kurtuluşu milli iktisat ve homojenleştirme politikalarında buldu.” (İlkay Öz, Mülksüzleştirme ve Türkleştirme, 2021:15)

Ulus-devlet inşası hem ulus hem de ulusal burjuvaziyi yaratma sürecidir. Bu süreç ekonomik ve psikolojik bir süreç olarak gerçekleşmiştir. Milli/ulusal sınırlar içinde bir ulus yaratmak için, milli sınırlar içinde yer alan ve azınlık durumuna düşmüş kadim ulusları, öncelikle kurucu ulus olan Türklerden ayırmak gerekir. “Ulus-devletlerin azınlıkları, genellikle, ulus-devletin homojenleştirilmesi tekleştirilmesi önünde bir engel ve hatta tehdit olarak algılanmışlardır. Devletin yeni meşruiyet zeminini meydana getiren unsur, etnik-kültürel birlik olarak kabul edildiğinden diğer etnik grupların varlığı, ancak devletin zaafı olarak görülebilecektir”. (Dilek Güven, Toplumsal Tarih dergisi, 14. Sayı, sayfa.38)

Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslaşma ve ulus-devlet olma sürecinin inşası, sadece CHP iktidarıyla sınırlı bir alan değildir. Oya Baydar, bu süreci “dağılan, çöken imparatorluğun kalıntıları üzerinde Müslüman Türk unsurlara dayalı Türk ulus-devletini kurmak; bu amaçla Anadolu’yu Türkleştirmek, yani........

© sendika.org