menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Anlatılan kimin hikâyesi…

5 0
11.05.2025

21 Şubat 2025 tarihinden beri 20 kadın arkadaşım ile beraber C-11 koğuşunda tutsak bulunuyoruz. İçeriye adım attığınızdan itibaren hepinizin bildiği üzere kitaplar en büyük sığınağınız oluveriyor. Dışarda iken de Latin edebiyatı çok ilgimi çeker ve okurdum. İçeride de çok değişen bir şey yok. Her birimizin 2 ayda 7 kitap hakkı var. Bir de cezaevi kütüphanesinden aldığımız kitaplar. Gerek dışarıdan gelen kitaplar, gerekse cezaevi kütüphanesi, Latin Amerika edebiyatı bakımından oldukça zengin. Elbette ki onlarca Latin edebiyatı değerlendirmeleri var. Benim de edebiyat eleştirmenliği gibi bir iddiam yok. İçeride olunca bunca okuduğumuz şey beynimizin bir yerlerinde saklı kalmasın diye yazıyoruz.

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Miguel Bonnefoy’un Miras kitabını okudum. Kitabı okumaya başlayınca hemen bitiriverdim. Başka bir kitaba başlayacakken aklıma bir soru takıldı: Mapuçeler kitapta neredeydi? Kitabı ikinci kez okumaya başladım.

Roman dört kuşak Lonsonier ailesini anlatıyor. Kronolojik sıraya göre en büyük baba Lonsonier, oğul Lazare, Lazare’nin kızı Margot ve Margot’un oğlu Ilario Da. İkinci okumamda aradığım tek şey Şili’nin bir halkı olan Mapuçelerdi.

Miras en büyük baba (Dede) Lonsonier’in Fransa’da iflas edip, zenginleşmek için cebine attığı bir asma çubuğu ile Kaliforniya’ya çıktığı yolculukla başlıyor. Ancak gemide salgın baş gösterince gemi kaptanı Şili’nin Santiago şehir limanına bütün hastaları bırakır. Dede Lonsonier Santiago’ya yerleşir. Bir yıl gibi bir sürede şarapçılıktan zenginleşir ve yine Fransız olan Delphine Moriset ile evlenir. Romanda Şili yerli halkının bahsinin geçtiği ilk yerde[1] ‘Şilili hizmetçiler’, Fransız peynirlerinin çok kokmasından dolayı hasta ineklerden yapıldığına inanıyorlardı, deniyor. ‘Şilili hizmetçilerin’ kim olduğunu tahmin etmek çok zor değil elbette; Mapuçeler .

Yazar devam eder. Oğulları Lazare doğar. Etrafları Mapuçe (Orta ve Güney Şili, Güney Arjantin’de yaşayan yerli halk) dili konuşan Matronelerle (kadın kahya, mürebbiye) dolu olmasına rağmen, konuştukları dil Fransızca idi.

Çocukların en çok vakit geçirdikleri kişinin dilini öğrenmesi gerekirken bu dil ile hemen hemen hiç bağ kurmamaları oldukça ilginç bir durum. Mürebbiyelerin adının da Mapuçe olması neyi ifade ediyor bilemiyorum.

Çevirenin de dipnot düştüğü “Mapuçe”, yani “yerli halk” bizim de hiç yabancısı olmadığımız bir kavram. TV’nin bu topraklara ilk girdiği anlardan günümüze kadar ABD’nin kuruluş yıllarını anlattığı kovboy filmleri vb. propaganda filmlerinde bolca gördüğümüz “Yerliler”. Vahşi, barbar, kafa derisi yüzen yerliler. Onlardan o kadar korkardık ki o korkuyla hep beyaz adamın tarafında yer alırdık. Kızılderililerin yaşadığı soykırımı Amerikan filmleri tersine çeviriyordu. Sahiden kim barbar? Kim vahşi?

Medeniyet götürdüklerini iddia edenler, bugün de aynı ya da benzer savlarla “demokrasi” götürüyorlar. Coğrafi keşifler diye sosyal bilimlerde kocaman bir alan var. Kim kimi ‘keşfetmişti’?

Latin Amerika halkları, Kızılderililer neyi keşfetmişti? Kolomb neyi keşfetmişti? Koskoca sömürgeciliğin, asimilasyonun, yok edilişin genel adı gibi “coğrafi keşifler”. Patatesi, domatesi daha nice şeyi bilmeyen Batı, nasıl bir ‘medeniyet’ götürmüş ki Kızılderililer, İnkalar, bilumum halklar yok olma noktasına gelmiş.

Romana geri dönersek; ailenin ikinci kuşak oğlu Lazare........

© sendika.org