menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu ülkenin geleceği Erdoğan’ın değil ona karşı direnenlerin elinde

7 0
22.03.2025

Korkacak, aldanacak, kaybedecek bir şeyimiz kalmadı. Tayyip Erdoğan sağolsun, hepsini tüketti. Biz onu fiilen engellemediğimiz sürece her şeyimize el koyabileceğini, her hak ve özgürlüğümüzü kısıtlayabileceğini gösterdi. Halka açtığı savaşı sonuna kadar götürmezse kaybedeceğini bildiği bir çaresizliğin kudretiyle hareket ediyor. Şimdi de, halk iktidara karşı sesini her yükselttiğinde “gelin orada hesaplaşalım” dediği seçim sandığının kitleler nezdindeki inandırıcılığını ortadan kaldırma aşamasına geldik. Ve halk da faşizme karşı isyan hakkına başvuruyor. Nihayet onurumuzu kuşanmış halde, iş başa düştü diyerek sokaklardayız bir kez daha. Nasıl ki Gezi’de mesele üç beş ağaç değildiyse, bugün de Ekrem İmamoğlu değil. Mesele, Erdoğan iktidarı tarafından yaşam hakkı tanınmayan bir halkın, dizginlerinden boşalan öfkesi, varlık yokluk kavgasıdır. Gezi hafızası harekete geçse de yaşanan şey Gezi’nin tekrarı değildir ve olamaz da. Çatışmanın içeriği daha geniş kapsamlı, biçimi de buna göre potansiyel olarak daha serttir. Erdoğan’ın isyan bastırma rejimi de kendi politik varlığını isyanlarla ifade eden kitleler de daha önce yaşananlardan çok şey öğrendi. Bu saatten sonra kim geri adım atarsa bunun altında kalacağını biliyoruz. Uzun ve zorlu bir direniş sürecine hazır olmalıyız. Erdoğan bütün devlet aygıtını ele geçirip sınırsız bir baskı ve şiddet ufkuyla hareket etse de, bunun bir halkı teslim almaya yetmeyeceğini bilerek, çeyrek asırdır ona teslim olmayan, muhalif saflara sürekli yeni kesimler katan, onurlu ve isyancı bir halk gerçekliğine sahip olduğumuzun güveniyle hareket etmeliyiz. Bedelini ödemeyi de göze alarak direnmeli, direnişe çağırmalı ve dost düşman herkesin şunu anlamasını sağlamalıyız: Bu ülkenin geleceği Erdoğan’ın değil ona karşı direnenlerin elindedir.

Erdoğan sandıktaki en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu’na düzenlediği operasyonla, esas tehdidi yani halkın biriken öfkesini harekete geçirdi. Erdoğan’a artık eskisi gibi çoğunluk desteğini vermeyen, ağır bir yoksullaştırma programı ve onur zedeleyici baskılar karşısında öfke ve hoşnutsuzluğu giderek büyüyen kitleler, zaten patladı patlayacaktı. Ancak yerel seçimlerde belediyelerin AKP’nin elinden alınması, ana muhalefet partisinin birinci parti haline gelmesi ve İmamoğlu gibi güçlü bir adayın varlığı, kitlelerde seçim yoluyla barışçıl bir değişim beklentisini diri tutuyordu. İmamoğlu’nun diploması iptal edilip, mülklerine el konup, aday olmasını engelleyecek ve yönettiği belediyeye kayyum atanması ile sonuçlanabilecek bir operasyon düzenlenmesi, birden fazla tetikleyici etki yarattı. Birincisi, İmamoğlu’na oy vererek onu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı yapan kitlelerin, onu cumhurbaşkanı adayı olarak gösteren partisinin, son tahlilde de bütün bir halkın seçme ve seçilme hakkının hiçe sayılmasına karşı gelişen tepkidir. İkincisi, Erdoğan’ın iktidarını korumak için her şeyi yapabileceğini göstermesiyle; işinin, aşının, malının, mülkünün, okulunun, diplomasının, geleceğinin, tüm yasal haklarının tehlike altında olduğunu gören halkın öz savunma refleksidir. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi de, Erdoğan’ın baskı ve şiddetinden çok seçimlere yönelik beklentiler sayesinde bastırılan isyanın, artık bu beklenti bariyerinden kurtulmuş olmasıdır.

Erdoğan bu operasyonun sinyallerini uzun süre önce vermiş, CHP de yaklaşan saldırı karşısında İmamoğlu’nun adaylığını erkene çektiği bir ön seçim planlaması yaparak kendince bir strateji kurmuştu. Bu stratejinin, Erdoğan’ın operasyonunun meşruiyet sorununu derinleştirip, direnişe geniş bir alan açacak şekilde işe yaradığı kabul edilmelidir. Ne var ki parti içi mücadelelere ve ön seçime odaklanan CHP örgütünün, kendi üyeleri dahil kitleleri harekete geçirecek bir sokak planlamasına sahip olmadığı da görülmüştür. Sokak hareketi daha en baştan Erdoğan ile İmamoğlu, AKP-MHP ile CHP arası mücadelenin sınırlarının ötesinde gelişmiş ve gelişime açık olduğunu da göstermiştir. Sokaklar oyun bozan bir başka politik aktör olarak, kendiliğinden kitle hareketine sahne olmaktadır. Bu kendiliğinden kitle hareketi CHP ve diğer örgütlü muhalefet güçleri ile etkileşim içindedir ancak onların kontrolü altında ya da sınırlarına tabi değildir. Sosyalist hareketle olumlu bir ilişki kurmakta, CHP’yi de giderek sokağı ve fiili direnişi öne çıkaran militan bir direniş hattına doğru zorlamaktadır. Direnişin moral merkezi ilk aşamada doğal olarak, CHP’nin kendi direnişinin üssü olarak konumlandığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Saraçhane’deki binasıdır. Bir yandan da üniversite kampüsleri birer direniş adresi haline gelmekte ve sokağa çıkan kitleler giderek Taksim ve Kızılay başta olmak üzere kentlerin merkezi meydanlarına çıkmayı zorlamaktadır.

Ömürleri boyunca Erdoğan’dan başka yönetici görmeyen ve geleceklerinin de Erdoğan........

© sendika.org