menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hürriyet-i Şer’iyye Olmadan Kurtuluş Yok: Bediüzzaman’ın Siyâsî Reçetesi

12 3
06.08.2025

TARIK ÇELENK’İN BEDİÜZZAMAN SAİD NÛRSÎ VE RİSALE-İ NÛR HAKKINDAKİ DEĞERLENDİRMELERİNE AKADEMİK VE KAYNAKLARA DAYALI BİR CEVAP-12

D. ÇELİŞKİ Mİ, STRATEJİK DEHÂ MI? BEDİÜZZAMAN’IN SİYÂSİ MİRASI VE MODERN ELEŞTİRİLERE CEVAP

2.4. Değerlendirme ve Sonuç: Teolojiden Siyâsete Tutarlı Bir Proje

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin siyâsî düşüncesi, parçalı ve konjonktürel bir tavırdan ziyade, teolojik temelleri sağlam, bütüncül bir projenin ürünüdür. Onun siyâsetle ilişkisi, kişisel bir ikbal arayışından değil, toplumsal fayda (maslahat) ve İslâm’ın hakikatlerine hizmet etme gayesinden kaynaklanır. Toplumsal sorunların teşhisini net bir şekilde koyar: “Milletin kalb hastalığı za’f-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.[1] yani, toplumsal ve ahlâkî sorunların temelinde, bireylerin ve toplumun inanç sistemindeki zayıflık yatmaktadır ve gerçek çözüm ancak bu manevî temelin güçlendirilmesiyle mümkündür. Bu sebeple onun projesi, siyâsî bir manevradan öte, bu manevî hastalığı tedavi etme amacı taşır.

Kendi mesleğini ise şöyle tanımlar: “ahlâk-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz şeriat-ı garra ve kılıncımız da berahin-i katıa ve maksadımız i’lâ-yı Kelimetullahtır”.[2] yani onun temel davası, Peygamber (asm) ahlakını yaşamak ve yaşatmak, rehber olarak İslâm hukukunu benimsemek, mücadele yöntemi olarak kaba kuvvet yerine ikna edici delilleri kullanmak ve nihaî hedef olarak da Allah'ın (cc) adını ve davasını yüceltmektir. Bu yaklaşım, sadece dönemin sorunlarına bir cevap değil, aynı zamanda İslâm âleminin geleceğine yönelik kapsamlı bir vizyon sunar.

Nitekim bu vizyonunu, 1911’de Şam Emevi Camii’nde, aralarında yüz kadar âlimin de bulunduğu on bin kişilik bir cemaate irad ettiği, yani okuyup sunduğu ve İslâm dünyasının temel sorunlarına çözümler getirdiği ünlü Hutbe-i Şâmiye’de (Şâm’da verdiği hutbesinde) açıkça ortaya koymuştur. Bu tarihi hitâbede, Asya kıtasının ve İslâm dünyasının geri kalmasının temel sebebini, hakiki bir meşveret olan “şûrâ-yı hakikiye”nin uygulanmamasına bağlamıştır;[3] bu tespitiyle geri kalmışlığın kökeninde, tek kişinin keyfî yönetimi (istibdat) yerine, milletin ortak aklını ve vicdanını temsil eden gerçek bir danışma (meşveret, istişare) ve ortak karar alma mekanizmasının işletilmemesinin yattığını belirtmiştir. Zira dinin gerçek koruyucusu, birkaç müdahaneci (dalkavukluk eden, yüze gülen) memur veya güçsüz bir reis değil, “efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyyenin madeni[4] yani “dinin asıl güvencesi”, devletin tepesindeki birkaç bürokrat veya güçsüz bir lider değil, bizzat milletin kamuoyunu şekillendiren ve temelini oluşturan İslâmî duyarlılık ve ortak vicdandır. Bu ortak vicdan, farklı fikirlerin birleşmesiyle oluşan ve dinin himayesini üstlenen bir “amud-u nuranî” (nurlu bir sütun) meydana getirir.[5]

Ona göre “hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyyet’tir[6] yani, milleti bir arada tutan asıl kimlik ve ruh, ırk veya etnik kökene değil, İslâm'ın birleştirici değerlerine ve kardeşlik bağına dayanır. Bu ruhla tüm Müslümanlar “bir tek aşiret hükmüne[7] geçer. Bu nedenle bir Müslümanın işlediği bir günah veya yaptığı bir iyilik, sadece şahsında kalmaz, tüm İslâm ailesinin izzetini veya zilletini etkiler. Bu kolektif sorumluluk bilinci, “Neme lâzım deyip kendini tenbellik döşeğine atmak zamanı değil!”[8] diyerek Müslümanları topyekûn bir gayrete davet etmesinin temelini oluşturur.

Bu gayretin merkezinde ise İslâm aleminin gelecekteki maddî ve manevî hâkimiyetini sağlayacak olan “kırılmaz beş kuvvet[9] bulunur. Bunlar: “hakikat-ı İslâmiyyet”, “terakkiye sevk eden şiddetli ihtiyaç ve fakr”, “hürriyet-i şer’iyye”, “şehamet-i imaniye” (haksızlara zillet göstermemek) ve “izzet-i İslâmiyye”’dir;[10] yani, “İslâm'ın sarsılmaz hakikatleri”, “ilerlemeye ve gelişmeye mecbur bırakan yoksulluk ve çaresizlik”, “şeriatın çizdiği sınırlar dahilindeki meşrû özgürlük”, “imandan gelen ve haksızlık karşısında boyun eğmeyen cesaret” ve son olarak “İslâm'a mensup olmaktan kaynaklanan onur ve haysiyet” bu beş temel dinamiği oluşturur. Bu vizyonda “hürriyet-i şer’iyye” (şer'î, yani İslâm’ın kanun ve ahlâk ilkelerine uygun hürriyet), sadece bir hak değil, aynı zamanda “istibdadatı parça parça eden ve ulvî hisleri........

© Risale Haber