Tenakuz Hali
Psikolog M. Said Duran
“Demek senin için hastalık bir sıhhattir;
bir kısım emsalindeki sıhhat bir hastalıktır.”
Bediüzzaman Said Nursi
Yaşadığımız çağ, büyük tezatlarla dolu ve biz bu “tenakuz hali”ni bir libas gibi üzerimizde taşıyoruz;
Modern teknoloji artık daha akıllı ve kolaylaştırıcı, makineler bizim yerimize düşünüyor, öğreniyor, uyguluyor. Hayatımızı kolaylaştıran ve işlerimizi bizim yerimize yaparak vakitten tasarruf etmemizi sağlayan bunca alete rağmen zamanımız azaldı, her birimiz hiç olmadığı kadar meşgulüz. Hep acelemiz var, sürekli koşturuyoruz ve artık daha az düşünüyoruz. Birkaç sayfa kitap okumaya vakit bulamıyor, televizyon başında geçen onca saate rağmen birbirimize nitelikli vakit ayıramıyoruz. Hâl-i pür-melâlimiz “sadece acil aramalar”.
Ulaşım ve haberleşme imkanları hiç olmadığı kadar arttı; havada, karada ve denizde güvenle seyahat edebiliyoruz. Birbirimizle kesintisiz iletişim kurabilmek için, okyanusların tabanına devasa kablolar yerleştiriyor; varlığımızın en güçlü parçaları olan sesimizi ve yüzümüzü muhatabımıza saniyeler içinde aktarabiliyoruz. Fakat artık daha yalnız hissediyoruz, birbirimize daha az misafir oluyor ve daha kısıtlı insanla “sahiden” ilişki kuruyoruz. Yani birbirimizi “mesafesiz terk” ediyoruz. En son ne zaman gerçekten nasıl olduğunu merak ederek birine “nasılsın” diye sorduk, ihtiyacı olan birinin yanında olduk, fırsat bulup bir yakınımızı ziyaret ettik?
Dijitalleşme sayesinde dünya şüphesiz “küresel köy” haline geldi; biz de Avustralya’daki yangında ölen koalalardan, Avrupa’daki sığınmacı krizinden, Afrika’daki çocuk işçi sorunundan, Amerika’daki polis şiddetinden hemen her yerde haberdar olmak suretiyle “dünya vatandaşı” olduk. Fakat toplumsal bağlarımız zayıfladı, ailemize ve topraklarımıza dair aidiyetlerimizi sorgular olduk ve artık bayramlarda köylerimize gitmiyoruz. Kilometrelerce ötesi “bir tık” yakınımızda iken, kapı komşumuzdan neden haberdar değiliz?
Yapı teknolojisi sayesinde barınmak artık mesele değil. Yeri daha çok kazmak suretiyle göklere meydan okuyor ve doğaya -sözümona- hükmediyoruz. Ağaçları toprağından, nehirleri yatağından kaldırdık ve yerlerine geniş yatak odalı evlerimizle bir “medeniyet” inşa ettik. Yalnız hayal kurmakla kalmıyor, bunları gerçekleştirebiliyoruz. Öyle ki istersek yapılaşmak için denizleri dolduruyor, dağları oymak suretiyle boşaltabiliyoruz. Yeryüzüne dikey veya yatay şekilde sığdırabildiklerimiz her zamankinden fazla. Peki ya şu içimizde dolmayan boşluklar, aklımıza sığdıramadıklarımız? Binlerce kişinin sessiz sedasız yaşadığı çok katlı binalardaki uğultu? Büyük salonlarımızda içimizin daralması, genişleyen sınırlarımıza rağmen sık sık ruhumuzu yoklayan çekip gitme isteği? Ya yaşlanan anne babalarımızı yanımıza bir türlü sığdıramayışımızı nasıl izah........
© Risale Haber
