İnsan Eseri Olan İşlerde İnsan İradesinin Payı: Halk-Kesb Meselesi
Kader, iradeyi yok eder mi?-4
6. Vecih: [1]Cüz-ü ihtiyarînin üssü'l-esası olan meyelân, Maturidîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş'arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref' etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "Şu şerdir, yapma."
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef'âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki, "Birşey vâcip olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.
Eğer desen: Tercih bilâ müreccih muhaldir. Halbuki, o emr-i itibarî dediğimiz kisb-i insanî, bazan yapmak ve bazan yapmamak, eğer mûcip bir müreccih bulunmazsa, tercih bilâ müreccih lâzım gelir. Şu ise, usul-ü kelâmiyenin en mühim bir esasını hedmeder.
Elcevap: Tereccuh bilâ müreccih muhaldir. Yani, müreccihsiz, sebepsiz rüçhaniyet muhaldir. Yoksa, tercih bilâ müreccih caizdir ve vakidir. İrade bir sıfattır; onun şe'ni böyle bir işi görmektir.
Eğer desen: Madem katli halk eden Haktır. Niçin bana kàtil denilir?
Elcevap: Çünkü, ilm-i sarf kaidesince, ism-i fail, bir emr-i nisbî olan masdardan müştaktır. Yoksa, bir emr-i sabit olan hâsıl-ı bi’l-masdardan inşikak etmez. Masdar kisbimizdir; kàtil ünvanını da biz alırız. Hâsıl-ı bi’l-masdar, Hakkın mahlûkudur. Mes'uliyeti işmam eden bir şey, hâsıl-ı bi’l-masdardan müştak kılınmaz.
Bu bölüm Said Nursi’nin dipnotta belirttiği gibi, gayet ince ve derin bir tefekkür isteyen bir yer... Kilit nokta burası diyebiliriz. Burada bazı kavramları açıklamak lazım... Meyelan, kişinin içindeki çeşitli konulara dair şiddetli istekler, eğilimler demektir. Said Nursi başka bir yerde insandaki meyillerin kökünün, onun o konudaki kabiliyetleri olduğunu; kabiliyetlerin kaynağının ise insandaki istidadlar olduğunu bildiriyor.[2] Demek bizim irademizi yönlendiren asıl unsur arka planda bizim potansiyel yeteneklerimizdir.
Emr-i itibarî, bir açıdan var bir açıdan yok denilebilecek özellikteki mesele demektir. Aynadaki görüntümüzü örnek alırsak… Bu görüntü, elle tutulamayan ve bir ağırlığı olmayan bir şey… Bu manada maddi dünya açısından “Var” diyemeyiz. Var olan her şeyin bir ağırlığı vardır. Oysa buradaki görüntünün ağırlığı yoktur. Fakat gözle görünüyor, belirli bir şekli, rengi ve sanatı içeriyor. Bu manada da yok diyemeyiz. Manevi bir varlık demek zorundayız. İşte insandaki meyiller, Maturidi mezhebine göre bu manada bir emr-i itibaridir. Maddeten var diyemiyoruz, tamamen yoktur da diyemiyoruz.
Cüz’-ü ihtiyari ile bağına gelirsek, bir şey emr-i itibari olunca üzerinde değişiklik yapmaya çok müsait oluyor fakat emr-i hakiki manasında maddi bir hale gelen bir şeyi değiştirmek çok zordur. Maturidi mezhebi, insandaki meyillerin varlığının insanın iradesine tabi olduğunu kabul ediyor. Bu bir açıdan doğru, bir açıdan yanlış… Yanlış yönü şurası: İnsandaki meyiller, insan istemese de potansiyel olarak varlar. Bu açıdan onları yok edemeyiz. Biz irademizle, onların uyanmasını engelleyebiliriz.
Mesela takvalı olan bir kişi, harama bakmamaya çalışır. Bakmazsa, bakma sonrasında meydana gelebilecek gayr-ı meşru sevgiler ve fiillere meyillerin uyanmasını engellemiş olur. Bu açıdan ömrünü inzivada geçiren bir kişi kendindeki şer potansiyellerini uyandırmadan dünyadan göçebilir. Fakat günah ortamına giren kişi, kendindeki olumsuz meyilleri uyandırtır. Uyanan meyiller de, birer ihtiyaç manasında çeşitli şeylere yönelir. Karşılanmayan ihtiyaç üzüntüye, bunalıma ve manevi acıya yol açar. Bu da, insan iradesini zorlar. Şeytan da bu noktada yanlışları süslü gösterir. “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” atasözünde olduğu gibi… Sonra kişi yanlış fiili işler. Bu noktada Maturidi mezhebi der ki: “Haram ortama girmezsen, sendeki şer meyilleri uyanmamış olur. Şer meyilleri uyanmayınca, hayır noktasında iraden daha güçlü olur. Bu açıdan kişinin hayra yönelik tercihlerini belirleyen ana kriter kişinin meyillerinin uyanıp uyanmaması konusundaki yetkisidir.”
Eş’ari mezhebi, meyelanların varlığını sabit görüp, onların uyanmasını insanın engelleyemeyeceğini fakat kişinin o meyiller üzerinde tasarrufta bulunabileceğini söyler. Onlara göre meyelan, emr-i hakikidir; fakat onlara tabi olup olmama yetkisi bir emr-i itibaridir. Kişi meyillerinde önce ve sonra şeklinde bir sıralama yapabilir. Eş’ariye göre kişide ne kadar hayır meyli bol olsa da şerri irade edebilir; ne kadar şer meyli çok olsa da hayrı tercih edebilir. İnsanda bu manada geniş bir tercih yelpazesi vardır; iradesi de hangi şartta olursa olsun hayrı ve hakkı tercih edebilir. Bu açıdan insan tercihlerinden tamamen mes’uldür.
Bu iki mezheb, itikad noktasında Ehl-i Sünnet’in 2 ana yoludur. Bizim bildiğimiz 4 mezheb olan Hanefi, Şâfii, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri bizim amel noktasında mezheplerimizdir. Hanefiler, itikadda Maturidî’dir. Şafii ve Mâlikîler, Eş’aridir. Hanbelîlerde, itikad ve amelî mezheb tektir. Onlara göre imanı olan amel eder, ameli olan itikad sahibidir.
Vücud-u harici, maddi varlık, dış dünyada gözle görünür yapı demek... Maturidîlere göre, meyelan; Eş’arilere göre, meyelanda tasarruf birer emr-i nisbîdir, vücud-u haricisi yoktur. Yani kişilerde belirli oranlarda ve çeşitli bağlantılarla ortaya çıkan, fakat maddi varlığı olmayan şeylerdir.
İllet-i tâmme, bir şeyin dış dünyada vücuda kavuşabilmesi için gerekli bütün şartların bir araya gelmesidir. Bu şartlar, kudret-ilim-irade’dir. Özel manada illet-i tâmme, İrade-i İlahiye manasında kullanılır.[3] Yani O irade etmeden hiçbir şey vücuda gelemez. Basit bir örnekle meseleyi izah edebiliriz:
Mutfakta un var, yağ var, şeker var, ocak var. Helva yapmayı mükemmel şekilde bilen bir annemiz var. Yani bütün maddi ve manevi imkânlar var ama ortada helva yok. Niçin? Çünkü annemiz helva yapmak istemiyor… İşte iradenin etkinliği! Kudret de olsa, ilim de olsa, İrade-i İlahiye istemedi mi, yaratma da olmaz, yaşatma da olmaz. Fakat hiç kimse helva yemek istemese, annemiz istese, mutfaktan helva kokuları gelmeye başlar.
Meyelân ve tasarruf için, illet-i tâmme gerekmiyor. Normalde illet-i tâmme oluşabilmesi için o şeyin lüzum derecesine gelmesi gerekir. Yani bir tarafı tutmak zorunlu olursa… Mesela bütün davaları Allah’ın birliği ve Âhirette ebedî insan hayatı olan peygamberlerin bildirdiği üzere ölülerin diriltilmesi ve ebedî hayata kavuşturulması gibi… Diriliş olmazsa kâfirler, müşrikler ve münafıklar tasdik edilmiş olacak… Veya zaruret derecesine çıkması lazım… Mesela boğulmak üzere olan fakat ölmesi istenilmeyen bir âcizin ızdırar diliyle duasına cevap vermek gibi… Veya vücub derecesine çıkması gerekir. Yani olsa da olan olmasa da olan bir hususiyetten çıkması… Mesela günahkâr bir kişiye şefkat etmek, Allah için imkan dahilindedir; fakat tevbe edip af dileyene şefkat etmek Onun Kendine yazdığını söylediği üzere Ona vâcibdir. İşte acz ve çaresizlik içinde, işkence ve baskıya maruz kalan, ebedî hayatın varlığı ve Allah’ın birliği konusundaki fikirlerinden dolayı alay konusu olan peygamberlere, sahabelerine ve Allah dostlarına İlahî bir ikram olan mucizeler ve kerametler için illet-i tâmme meydana geldiğinden elbette ve elbette mucizeler ve kerametler zuhur etmiştir, denilir.
Fakat zaruret yoksa, göreceli durum varsa; vücub yok, imkanlar ve ihtimaller söz konusu ise, illet-i tâmme oluşamaz. İllet-i tâmme oluştuğunda, o nesne vücuda gelir, iradeler ve tercihler söz konusu olmaz. Çünkü şartlar ne olması gerektiğini daraltır, tek bir şık kalır. Fakat illet-i tâmme oluşmadan sayısız ihtimaller vardır; irade de zorlanmaya tabi değildir,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
John Nosta
Grant Arthur Gochin