Sen hiç çimento torbası kaldıran bebek gördün mü?
"Gafletten neş'et eden dalâlet, pek garip ve aciptir. Mukareneti, illiyete kalb eder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine illet gösterilmesi o dalâletin şe'nindendir. Halbuki, devamlı mukarenet, illiyete delil olamaz." Mesnevî-i Nuriye'den...
Cenab-ı Hüda rahmetiyle sarsın-sarmalasın onu. Bana herşeyi Allah'ın yarattığını Bediüzzaman öğretti. Deşe deşe öğretti. Düşündüre düşündüre öğretti. Gafil kafama tefekkür tokmağıyla vura vura öğretti. Hayır. Elbette evvelinde de iman sahibiydim. Elhamdülillah. Mesele bu değil. Mesele 'yaratılışın aslında ne olduğunu' kavramakta. Taklid ile tahkik arasındaki o eşiği aşmakta. Ben yaratılışın aslında nice bir iş olduğunu Risale-i Nur'la anladım. Fakat ilk okuyuşumda değil. Böyle anlaşılması da yanlış olur. Seneler sonra. Çok seneler sonra. Evet. Sanki kabımda birikti okumalarım. Ve birikti zihnimde düşünmelerim. Nihayet 'mukarenet' ile 'illiyet' arasındaki ayrılığa uyandırıldım. Şimdi, bu yazıda, becerebilirsem tabii, o uyanışın tasvirini yapmaya çalışacağım. Tevfik yine Ondan. Hamd da yalnızca Ona.
Uyanışımın başlangıcında şu var arkadaşım: Şirkin temelinde insanın 'sınırlılığı' saklanıyor. Ne demek bu? Yani, biz, şahitliği dört boyutu aşamayan canlılarız. Şehadet âlemimiz, en azından duyularımızla ulaşabildiğimiz kadarıyla, dört boyut. En, boy, genişlik, zaman. Eğer oluşların tamamının bu kadarcıkta gerçekleştiğini düşünürsek, şu yanlış kabulümüz, bizi tuzaklı bir daralmaya itiyor: "Yaratılışı ulaşabildiklerimizle açıklamak zorundayız." Elinizdeki malzeme yağ, yumurta ve tuzdan ibaretse sahanda yumurta yapmaktan başka şansınız yok gibi. Evet. Bir de işin şöyle bir kandırıcı yanı var: Sahada sahanda yumurta sonuç da veriyor. Toprağı ektiğinizde, suladığınızda, hakkıyla güneşlendiğinde ürün alıyorsunuz. Mukarenet süreçlerini tekrarladığınızda bir şekilde birbirlerini çağırıyor gibi duruyorlar. Yani sebeplere müracaatınız genelde bir yaratılış sonucunu veriyor. O halde sebeplerin yaratıcı olduğunu düşünmeye mâni ne olabilir?
Mâni "Yaratılış aslında nedir?" sorusunun cevabında saklı sanki... Yahut, hızlı gitmeyelim, daha kolayından başlayalım: "Müracaat-sonuç ilişkisi yaratılışı açıklamaya yeter mi?" sualiyle yüzleştiğinizde hakikatin perdesini aralamış oluyorsunuz. Evet. Müracaat ettiniz. Tamam. Müracaatınız yaratılışı netice verdi. Buraya kadar katılmadığımız bir durum yok. Peki ama bu başvuru-cevap süreci yine de yaratılışın onların eseri olduğunu iddialaşmaya yeter mi?
Sözgelimi: Bir devlet dairesine dilekçe verdim. Ve istediğim gerçekleşti. Bu beni "Dilekçe verdiğim adam/kadın, sağolsun, dediğimi hemen yaptı!" demeye götürür mü? Yoksa arzumun teferruatına göre yapılanları açıklamak için başkalarını da mı ararım? Eğer sokaktaki hasarlı binanın yıkılmasını talep etmişsem, mesela, bir insanın başarabileceği iş olmadığı için, buna da "Dilekçe verdiğim adam/kadın, sağolsun, dediğimi hemen yaptı!" der miyim? Yoksa şöyle daha mâkul bir bağlama mı taşırım meseleyi: "Dilekçemi o adama/kadına verdim. İlgili makamlara iletildi. O makamlar da illa ekipleri sevkettiler. İş makineleri, işçiler, belediye vs. Hepsi konuyla ilgilendiler ve bu sayede isteğim gerçekleşti."
İkincisi daha mâkul gözüküyor. Evet. Zira, arzumun gerçekleşebilmesi için çekilmesi gereken iş yükünü, bir adama/kadına yüklemem mümkün değil. İş ile işleyen arasındaki uyumsuzluğu gördüğüm anda, ben, asıl faili aramaya başlarım. Uyanış da, işte, tam bu farkındalıkta gözkırpmaktadır. Yine sözgelimi: Bana, 'dolu çimento torbasını havada tutan bebek videosu' izletilse, hilesi olduğunu sezerim. Çünkü bir bebek çimento torbasını havaya kaldıramaz. Yine bir bebeğin '100 kitabın müellifi' olduğu söylense gülümserim. Zira o yaşlarda bir âdemcikten böyle bir amel umulamaz. Ben de beklemem. Fakat çimento torbasını irikıyım birisinin elinde görsem veyahut yüz kitabı bir aksakallının yanında bulsam, ihtimal veririm ki, "Evet, bu olabilir, şu çimentoyu kaldıran bu beyzadedir, şu kitapları yazan da şu dededir." Yani aklı........
© Risale Haber
