menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gizlenmiş Köylülük ve Topyekûn Çürüme

23 12
18.08.2025

Dönüşemeyen köylülük, görgülü görünümlü görgüsüzlük, sahte elitlik, kültürel kalite erozyonu, kamusal tartışma ve siyaset dilinde sertleşme sonuçta topyekûn çürümedir. Çünkü bu yapı hem gerçek dönüşümü engeller hem de topluma “başka türlüsü olamaz” hissi vererek değişim motivasyonunu düşürür. Ülkemizin ayırt etmeksizin tüm mahallelerinin açık ve gizli köylülükleri ile yüzleşmesi, topyekûn çürüme önünde set olabilecektir. Bu da gerçek bir zihniyet devrimini gerektirmektedir.

Uzun yıllardır ülke siyasetinin toplumdaki arka planı üzerine çalışıyor, özellikle de toplum ile aydın arasındaki ilişkinin niteliğini anlamaya odaklanıyorum. Bu ilgi alanımda, toplumun yönelimlerini belirleyen ve karar mekanizmalarında ağırlık sahibi olan üst çatı kimlik grubu, “mahalle” veya “mahalleler” kavramıyla tanımlamıştım. Gerçi benden önce Şerif Mardin ve Nilüfer Göle gibi önemli sosyolog ve siyaset bilimciler “mahalle baskısı” kavramını literatüre kazandırmışlardı. Ancak benim yaklaşımım, bu kavramı yalnızca sosyal baskı bağlamında değil; aynı zamanda siyasi, ideolojik ve tarihsel bir kümelenme alanı olarak, daha geniş ve derin bir “üst grup” metaforuna dönüştürmek ile sonuçlandı.

Zihnimdeki “mahalle” ve “mahalleli” tanımı; kendi doğrularını sürekli teyit eden, dışarıdan geleni genellikle kuşkuyla karşılayan, üyelerine güçlü bir aidiyet ve güven duygusu sağlayan, fakat bu süreçte entelektüel sınırlarını daraltan, düşünsel anlamda kapalı ve kendi içine dönük bir habitatı ifade ediyordu. Üstelik bu “mahalle” sadece kültürel bir kimlik değil, 75 yıllık demokrasi tarihimiz boyunca sandıkta iktidarın yönünü belirleyen başlıca bir güç odağıydı da.

Uzun yıllar boyunca Sağ mahalleyle ilgilendim; çünkü ondan beklentim yüksekti. Değerler, tarih ve gelenek özde saklıydı. Ancak derinlere indikçe, hayal kırıklıklarım ve çelişkiler de aynı oranda büyüdü. Mahalle, köylülüğünü dönüştürememişti; bilinçaltında sürekli bir “göçebe zihin” taşımakta, entelektüel üretim kapasitesini geliştirememekte ve güçlü önderler çıkaramamaktaydı. Mahallede 1950’den beri Demokrat Parti iktidarıyla siyasi ve ekonomik güç kazanılmış olsa da görgü kazanımını hep ters orantılı gelişti. Bu tespitlerimi, Türk Sağı – Mahalle, Kriz ve Kritik ve Mahallenin Krizinden, Memleketin Krizine adlı kitaplarımda farklı boyutlarıyla işlemiştim.

Mahallelerde Sorun İdeoloji Değil Metodoloji

Temelde tartıştığımız mesele, 500 yıldır ihmal ve istismar edilmiş Anadolu köylülüğünün, modernitenin gerektirdiği gerçek kentlilik bilincini, üretim disiplinini, toplumsal ilişki biçimlerini ve görgü platformunu inşa edememiş olmasıydı. Sağ mahalle değil farklı mahallelerde de Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi reform ve devrimler, bugünkü kazanımlarımızın önemli kısmını sağlamış olsa da bu dönüşümü örgütleyecek tutarlı bir “bilgi mimarisini” ortaya koyamamıştı.

Zamanla fark ettim ki “kapalı grup” kimliğinin yol açtığı bu semptomlar sadece muhafazakâr mahallede değil; Kemalist, seküler ve liberal mahallelerde de mevcuttu. Mahallelerin ideoloji farkı olsa da metodolojide hiç farklı olmadıklarını nihayet fark edebilmiştim. Yüzeyde değişen bazı unsurlara rağmen özde pek az şey farklıydı.

Türkiye’de 1908’den bu yana süreklilik arz eden kutuplaşma, görünürde Anadolu’nun muhafazakâr taşrası ile daha çok Balkan ve Kafkas kökenli seküler, aristokrat elit arasında yaşandı. Ancak bu çatışma, ideolojik bir kılıf altında yürütülen, temelde sınıfsal bir mücadeleydi. Osmanlı yıkılırken, saray aristokrasisi, tarihsel süreklilik açısından Cumhuriyet’e taşınamadı. Yerini Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiyelilerden yetişen, çoğu Balkan taşrasının çocukları olan İttihatçılar aldı. Onların ihtilal ve reformları, fikir üretiminden ziyade aceleci bir gereklilik anlayışına dayanıyordu.

Modern Görgü İçinde Gizli Köylülük

İttihatçı ve Kemalist elitin reformları, eğitim ve öğretimde kısmen başarılı oldu. Özellikle Harbiye’nin öncülüğünde, taşrada Anadolu çocuklarını içkin bir “görgü dönüşümü” sağlandı. Fakat bu görgü devrimi, kalıcı ve derinlikli bir bilgi mimarisine dönüşemedi. Metodolojik düzeyde ise 19’uncu yüzyılın pozitivist dogmalarının yüzeysel bir taklidini aşamadı. Bu pozitivist dogmaların taklidi konusu geniştir. Bu satırlara sığmaz. Bu duruma sadece Batı’da dil eğitimi gören bürokratların felsefi ve fikri takip yapamadan karşı Aydınlanma veya eleştirel düşünceden haberleri dahi olmadan ürettikleri eylem planları olarak da bakabiliriz. Böylece yeni milli tip “modern görgü” nün içinde, hep gizlenmiş bir köylülük varlığını........

© Perspektif