“Deprem Konusunda Korkmaktan Başka Bir Şey Yapmıyoruz”
Deprem konusunda toplum ve birey olarak genellikle korkmakla yetiniyoruz. Yani korku dışında çok fazla bir şey yapmıyoruz. Genel olarak bir umursamazlık söz konusu. Toplantı ve seminerlerde “korkuyorum” diyorlar bize. Bu söz çok yaygın olmakla birlikte, bu korkuyu giderecek tedbirlerin alınmadığını görüyoruz. Tedbir alanlar azınlıkta kalıyor maalesef.
- OKAN TÜYSÜZ
- 6 Şubat 2025
Mülakat: Naman Bakaç
Türkiye, deprem bölgesi bir coğrafyada konumlanmış bir ülke. Kuzey Afrika’daki “Arap Levhası”nın yukarı doğru sıkıştırmasıyla oluşan deprem gerçeğini sıklıkla acı ve yıkım şeklinde yaşamaktayız. Bir tür “coğrafi kader” olarak var olan bir gerçeklik bu. Depreme hazırlık ve afet kültürü konusunda ise aynı gerçekliği idrak etmede sıkıntılar yaşıyoruz; gerçekçi tedbirler zincirini uygulamada ise neredeyse umursamazlık halindeyiz. Bu idrak sıkıntısı ve umursamazlık; 6 Şubat 2023’te yaşanan Kahramanmaraş depremlerinde 50 binden fazla cana mal oldu, 11 şehri yıkıma uğrattı.
6 Şubat depremlerinin yıldönümü vesilesiyle deprem olgusu karşısındaki hazırlığımızı veya hazırlıksızlığımızı, olası Marmara Depremi’ne karşı merkezi ve yerel yönetimlerin nasıl bir performans sergilediklerini, Ege Adaları’nda 27 Ocak’tan beri yaşanan deprem fırtınasını, deprem tehlikesine karşı toplumsal, bireysel, siyasal ve yönetimsel olarak alacağımız tedbirleri, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden emekli, deprem bilimci Prof. Dr. Okan Tüysüz ile konuştuk.
İSTANBUL’DA 1,2 MİLYON BİNA VAR, YÜZDE 65’İ DEPREME DAYANIKLI DEĞİL
Sizin “Geçtiğimiz 2.000 yılda Marmara’da 150’nin üzerinde yıkıcı deprem var. 1509 ve 1776 İstanbul depremlerinden sonra ortalama 250-280 yılda bir Marmara’da deprem yaşanmakta” tespitiniz söz konusu. Olası depremi siz ve diğer uzmanlarımız sürekli dillendirmektesiniz. Hatta Naci Görür Hoca bir toplantıda “Arkadaşlar şaka yapmıyorum ben” diyerek kızgınlığını belirtmişti. Tsunami tehlikesine de dikkat çekilmekte bildiğiniz gibi. Bu denli yıkıcı depremlere ilişkin açık, net ve defalarca tekrarlanan uyarılara karşın, 2025 yılı Şubat ayı itibarıyla merkezi ve yerel yönetimlerin ne türlü tedbirler aldığını ve hazırlıkları konuşarak başlasak…
Öncelikle şunu belirteyim. Aslında alınan tedbirler var, elbette yapılan bir şeyler de var ama yapılması gerekenlere baktığınız zaman bunlar son derece sınırlı. Bunların içerisinde öncelikle söyleyeceğim şu: İstanbul özelinde konuşacak olursam 1.200.000 civarında bina var. Bu 1,2 milyon binanın, aşağı yukarı yüzde 65’inin ya da 700.000’den fazlasının depreme dayanıklı olmadığı belediyenin çalışmalarıyla ortaya kondu. Dolayısıyla 1999’dan beri bu biliniyor ve 1999’dan beri bu binalara dair bir çözüm getirilmiş değil.
İkinci ve belki de daha önemli husus; eğitim alanıdır. Sadece deprem değil, bütün afetler için eğitimin merkezde olması gerekir. Anaokulundan itibaren bu afete karşı nasıl dirençli olabiliriz, şehri nasıl dirençli hale getirebiliriz, bunun öğretilmesi şart. Bir farkındalığın geliştirilmesi gerekiyor. Bu yönde ciddi bir çalışma yok. Peki, bu denli yıkıcı bir deprem beklentisi varsa başka neler yapılması gerekiyor? Neler yapılması gerektiği 2002’de Japonların belediyelerle yaptığı çalışmayla ortaya kondu. Son olarak 6 Şubat depremlerinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir araştırma komisyonu kuruldu. Bu komisyon neler yapılması gerektiğini rapor halinde belirtti. Bunu internette rahatlıkla bulabilirsiniz. Yapılacak hazırlıklara ilişkin yüzlerce madde sıralandı. Buna benzer bir sürü rapor var. Bütün raporlarda ne yapılması gerektiği çok güzel bir şekilde anlatılıyor. Ama bu raporlarda önerilenlerle uygulamada hayata geçirilenleri kıyasladığınız zaman maalesef henüz çalışmalara başlamadık diyebilirim.
Deprem tehlikesi karşısında kurumlar ve yerel yönetimler dışında insanlarımızın, yani toplum olarak bizlerin bilinç düzeyi nedir? Birey ve toplum olarak tedbirlerimizi alıyor muyuz? Hazırlıklarımızı yapıyor muyuz? Toplum olarak bilinçsiz olduğumuz ve hatta afet kültürümüzüm neredeyse olmadığı söyleniyor. Ne dersiniz?
Toplum ve birey olarak genellikle korkmakla yetiniyoruz. Yani korku dışında çok fazla bir şey yapmıyoruz. Mesela depremlerde çok sık karşılaştığımız hususlardan biri de bina kadar bina içindeki eşyaların da ciddi hasara yol açtığıdır. Bu husus, can kayıplarına ve yaralanmalara yol açıyor. Gittiğimiz seminerlerde halka bazen şunu soruyoruz: Dolaplarınızı sabitlediniz mi? Sabitleyenlerin ellerini kaldırmalarını rica ediyoruz. 100 kişi dinliyorsa, içlerinden beş kişi elini zor kaldırıyor. Burada genel olarak bir umursamazlık söz konusu. Toplantı ve seminerlerde “korkuyorum” diyorlar bize. Evet, bu söz çok yaygın olmakla birlikte, bu korkuyu giderecek tedbirlerin alınmadığını görüyoruz. Tedbir alanlar azınlıkta kalıyor maalesef.
EĞİTİM SİSTEMİMİZE AFETLERİ VE YER BİLİMLERİNİ BİR TÜRLÜ DAHİL EDEMEDİK
Seminerlerden ve eğitimlerden bahsetmişken, hakikaten de ekranlarda, kongre ve sempozyumlarda, hizmet içi eğitim programlarında, seminerlerde, konferanslarda, sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin raporlarında, araştırmalarında sürekli depreme hazırlık, deprem bilinci, afet bilinci, deprem tatbikatı, uyarılar, şu şu tedbirler alınmalı gibi bilgi bombardımanı sürecinden geçilmesine rağmen gerçekten depremler sonrası bu denli umursamayışımızın, ders alamayışımızın nedenleri karakterimizle mi, coğrafyayla mı ilgili yoksa kültürel, ekonomik, genetik ya da siyasal faktörler mi etkili? Zülfüyâre dokunsa bile, bize bunu söyler misiniz?
Depreme dirençli bir toplumun üç önemli temeli olmalıdır. Birincisi, ekonomik kalkınmadır. Ekonomisi iyi olmayan toplumlar afete dirençli olamazlar. Oysa biz yıllardır ekonomimizi düzgün bir hale getiremedik. İkincisi, farkındalıktır. Afete........
© Perspektif
