Şu Bizim Yokuş Yörep Taşlı Tarla
Nizam fikri bizde her daim pek yüksek hayranlık uyandırırdı. O kara yağız delikanlı demişti ya ‘tarlamızı sürmüşler’ diye. O gün bugündür sözü nereye sürüklesek bu laf gelir oturur bağrımıza böğrümüze. Merhuma da meğer bizim tarlayı sürdürmüşler. Şu bizim susuz yokuş yörep taşlı tarlayı. Ne akıl ama. Şeytanda yok. Neyse.
- MUSTAFA ŞAHİN
- 9 Ocak 2025
Kula kulluk yetsin artık dedik. Yetmedi. Ernesto’ya bin selam daha fazla Vietnam dedik. Her yer Kerbela oldu. O zamanlar sesimiz kısıktı, megafonumuz mikrofonumuz yoktu. Belki en çok soru sorulan sarı çiçeklerle ve şol cennetin ırmaklarıyla teselli olurduk. Esas özlemlerimizi sürekli öteler, çokça çocukça üşürdük: Ben güneyli çocuk, arkadaşım ben güneyli çocuk üşümesi.
Var gücümüzle bazı kavramlara asılır, olmayacak dualara olur olmaz âmin derdik. Âmin. Sonra geri geleceğine inandığımız bir tarihe sarınırdık. Sazımız sözümüz yoktu. Başkalarının konserleri oldurdu bizim tıka basa konferanslarımız. Dünyadan bihaberdik ama o zaten bir cenabetin elinden bir cenabetin eline geçen hamam tasıydı dünya. Hem onu en baştan çıkarıcı metaforlarımızla sil baştan değiştirecektik.
Zamanla sesimiz oldu. Haykırdıkça ısındık, çoğaldık. Solo sayıklarken kırklara karıştık. Derlendik dernek olduk, cem olduk cemaat olduk, legal illegal özlemlerle yürüdük üstüne altına dünyanın. Yankısını sevdik sesimizin, hayran bile olduk. Siyahbeyazdan, kankırmızıdan, mormenekşeden ayrıldık ayrıştık. Işıksız odalarda, duvar diplerinde merkez duysun istedik avazımızı. Merkez duydu, sağır sultan bile duydu.
Sesimiz sağdan soldan çırpıştırılmış, budanmıştı ama işte el alem içinde biz de artık iyi kötü ritim bulabiliyor, tempo tutabiliyorduk. Elimizi en üstten, iki dünya saadetinden açtık ki kimsenin eli dili oraya yükselmesin. Dünyayı ‘mamur kılmağa’ memurduk. Bal tutar dökerdik. Tuttuk, döktük.
Ağır mısralarla ne yokuşlar çıktık. Sermayemiz kuşyemi kadardı. Zamanla artırıma gittik, büyüdük. Eklektiktik, kırk yamaydık. Durulduk, aştık. Konum değiştirdik. Dâvetten propagandaya geçince somyadan kanepeye taşındık. Çoğaldık, merkeze alındık. Canetti yazdı. Hoffman yazdı, ben yazdım. Nitelikten veriyor nicelikten alıyorsun. Az mı iyi, çok mu iyi? Tabii ki çok iyi.
Aştık oraları. O minvalde kavisler çizdik, biledik, bilendik. Suyun akarı yönünde aktık. İyi de oldu. Kristalize, sterilize, pastörize olduk. Öyleyken böyle olduk. Böbrek taşlarımızı kırdırdık ve yeni şeyler söylemek için her günü yeni bir gün bilerek yeni türküler şarkılar söyledik. Beraber söyledik.
Arsaya tapu aldık ki imar geçiversin. Geçiverdi. İmar, inşa, emsal bizim işimiz. Ceddin dedenle taşındığımız gecekondudan köyümüze dönelim özleminden bu akıllı evlere taşındık. Ne yapalım, iki elimiz dolu dönemezdik Fatih’e, Demetevler’e. Neyse ki düğüm çözüldü de devran döndü. Yerimizde saysak yerimizde sayacaktık. Davaya omuz vererek, tali yollardan Samsun asfaltına çıktık. Burada otomobiller tabii ne güzel ışıl ışıl. Yürüyelim arkadaşlar. Yürüdük. Çürüyelim arkadaşlar. Çürüdük.
Zurnazen tempoyu artır,
Davulzen sen de geri kalma.
Uygun adımın en uygunu. Süte su katalım da bursiyerimiz kursiyerimiz, abonemiz, üyemiz bereketlensin. Olur, katalım. Aman dikkat edin, su Terkos olsun ki kul hakkı geçmesin. Amme hakkı kul hakkı değil mi? O başka, O kamu. Şamandan Kaman, kamandan kamu. Kamu kam alsın: Bir daha mı gelecez dünyaya? Bize serlevha laflar lâzım, kök mottolar. Merak buyurmayınız efendim. Buluruz en incelerini. Tarih bir hazine. Sarp yollarda beraber koşalım ki birlikte varalım........
© Perspektif
