Yeni Medyanın Yeni Normali: Hassas İçerik!
Gerçekle mesafenin giderek açıldığı, sahte olanın tırmandırıldığı, moral değerlerin bir bir düştüğü, ortak şuurun yerinde yeller estiği ayan beyan ortada. İşte tüm bu ahvalde hassas içerik diyerek sözde bir nezaketle önümüze konan unsurlar hassasiyetlerimizi yıpratmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu, bizi o içerikten uzak kalmaya sevk etmiyor bilakis daha büyük bir iştiyakla seyre koyuluyoruz.
- H. YAHYA ŞEKERCİ
- 30 Ocak 2025
Yanan petrol kuyuları, bölük bölük yükselen simsiyah dumanların ürkütücülüğü, ardından alabildiğine yeşil ve siyah renklerin hâkim olduğu gece görüntüleri… Kızılötesi teknolojisiyle çalışan gece görüş özelliğine sahip kameraların da refakatiyle günlerce kesintisiz süren yayınlar… Semayı aydınlatan, gökyüzünü kaplayan yağmur gibi bombardımanın korkusu… Havalanan küçük ışık kümelerinin yere ya da binaya isabet etmesinden anladığımız başka füzeler, ekranın sağ alt köşesinde CNN Live yazısı, hanelere, meskun mahallere hoyratça giren tam teçhizat askerler, kapkara petrole batmış küçücük bedenini kurtarmaya çalışan, çırpındıkça kanatları daha da ağırlaşan bir kuş, yanı başından çoktan ölmüş bir başkası… Bunların hiçbiri görülmüş şey değildi o güne kadar. Bir savaş anbean naklediliyordu.
Binlerce kilometre ötedeki kontrol merkezinden Irak’taki her canlının hareketinin uydular yardımıyla izlendiği, geliştirilen hayalet uçaklar ve kullanılan yüksek teknolojiyle mücehhez savunma sanayii sistemlerinin ‘karşı konulmaz’ olduğu, diğer yandan ise tankların hunharca girdiği yerler sere serpe gösterilerek ABD ve müttefiklerinin mutlak gücüne vurgu yapılıyordu. Beride de sığınaklardaki ‘sivillerin’ hayatlarının ne kadar önemsendiğine dair propaganda sürdürülerek, Batı’nın ‘hümanist’ tarafına zeval gelmemesi için titizlik gösteriliyordu. Irak’ın devlet başkanlığını yapan Saddam için diktatör, tehdit altındaki Tel Aviv için masum nitelemesi her yayında tekrarlanıyordu. Sirenleri mavi kırmızı tepe lambaları izliyor, sedyelerde yararlılar süratle hastanelere taşınıyordu. Kameraların tepe ışıkları hiç olmadığı kadar kullanılıyor, aksiyon filmlerini aratmayan sahneler bir bir beliriyordu. Çirkin gaz maskeleri bölgeden gelen bütün görüntülerin artık sıradanlaşmış bir başka sembolüydü.
Her şey hesaplı kitaplıydı belli ki. Bültenler tek taraflıydı. Koalisyon güçlerinin nazarıyla aktarılıyordu olan biten. Batılılar baz alınarak yüzlerce savaş uçağının kalktığı, güdümlü füzelerin bir o kadar sayıda fırlatıldığının duyurulduğu Körfez Harbi, yalnız yakın tarihimizde yerini alan, sayısı on binleri bulan insanın öldüğü bir savaş değildi. Aynı zamanda medyanın da seyrini değiştiren pek çok unsuru barındıran, birçok ilkin yaşandığı bir süreci ifade ediyordu. Zira bu savaş, Batılı medyanın, teşhir eylemine yeni boyut kazandırdığı, insanlık için kapanmayacak yaraları hediye ettiği bir vetireydi. Haritaların önüne geçip harekât planından bahseden yetkililer mi ararsın, Irak’ın muharebe gücü için bel kemiğini oluşturan noktaların bir bir imha edilişini ballandıra ballandıra anlatan habercileri mi…
Şimdilerde hiçbir şaşırtıcı tarafı olmayan bu medya faaliyeti, dehşetengiz fotoğraflar olarak dimağlara kazındı takip eden yıllarda. Bu denli kanlı canlı, bu denli savaşın bütün sıcaklığının hissettirilmesine kimse alışık değildi. Tek yönlü haber yayınları ile müteakip dönemlerde çekilen belgesellerin de sinema filmlerinin de anlatımı da görüntüleri de benzer içerikteydi. Aynı mesajı perçinlemek için üretilen bu yeni şey yinelendi durdu yıllarca. Seyirci dumura uğramıştı. Yalınkılıç şiddet olağanlaşmaya başlamıştı. Öyle ki o yıllarda henüz emekleme aşamasında olan bilgisayar oyunlarına ilham kaynağı teşkil eden hadiseler resmedilerek çocuklar dahi mezkûr şiddete ortak edilmişti.
Şiddetin olağanlaşmasını temin eden, artık şiddete bağışık kitlelerin oluşmasına zemin hazırlayan Körfez Harbi’nde edinilen medya tecrübesi daha sonraki yıllar boyunca Afganistan ve Irak’ın işgaliyle sürdü. Yetmedi, bitmek tükenmek bilmeyen İsrail saldırganlığının ana sahası işgal altındaki Filistin topraklarında da devam etti. Hutular ile Tutsiler arasında körüklenen iç savaştan diğer çatışma alanlarına tedhişin kol gezdiği görseller alelade birer unsura dönüştü seneler içinde.
Avrupa başkentlerinde, sembolik mekânlarda yahut metrolarda yaşanan patlamalar, ABD’de ikiz kulelere yapılan şüpheli saldırılar, intihar eylemeleri… “Batı’da da yaşanıyor” dedirtecek büyük hadiselerden servis edilen görüntülerde ise bariz farklar vardı. Elbette öyle olmalıydı. Çünkü Batı’da yaşanan terör eylemleri dahi ‘Ortadoğu bataklığının’ ilkelliğine benzeyemezdi. Barbarların coğrafyası ile Batı bir tutulabilir miydi! Bu kabul edilebilir değildi. Bir editoryal süzgeçten geçirildiği anlaşılan haberler, görseller Batı’nın büyük savaşlar sonunda vardığını vazettiği yüksek uygarlık seviyesine halel getirmeyecek biçimde anlatıldı.
Hasbelkader o dönemin televizyon karşısında haber seyreden, gazetelere gözü ilişen çocukları bugün birer yetişkin artık. Ve bu yetişkinler aradan geçen süre zarfında monolog........
© Perspektif
