“Terörsüz Türkiye”: Barışın ve Gerçeğin İzinde – 2
Perspektif’in “Terörsüz Türkiye” sürecini tüm ayrıntılarıyla ele aldığı soruşturmasının ikinci bölümüne, gazeteciler Gürkan Zengin ve Adem Demir, Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun ve akademisyen Nezir Akyeşilmen görüşleriyle katkıda bulundu.
- CİHAT ARPACIK
- 15 Mayıs 2025
Mülakat: Cihat Arpacık
Bu topraklarda uzun yıllardır eksilmeyen bir acı var. Şehit haberleriyle sarsılan evler, yarım kalan hayatlar, umutlarını yitirmiş nice insan… Herkesin yüreğinde derin izler bırakan bu karanlık nihayet dağılmaya yüz tuttu. PKK silah bırakacağını ve kendini feshedeceğini açıkladı. Böylece “Terörsüz Türkiye” olarak ifade edilen yeni çözüm süreci, bundan birkaç yıl önce düşünenin hayal bile edemeyeceğini bir noktaya ulaştı.
Ulusal ve uluslararası kamuoyu da basın da güvenlik birimleri de süreci dikkatle takip ediyor. Perspektif, süreci tüm ayrıntılarıyla ele aldığımız soruşturmanın ikinci bölümünde gazeteciler Gürkan Zengin ve Adem Demir, Rawest Araştırma Direktörü Roj Girasun ve akademisyen Nezir Akyeşilmen ile konuştu.
Gürkan Zengin - Gazeteci
ASIL RİSK, PKK YOK OLMADAN KONJONKTÜRÜN DEĞİŞMESİ
PKK’nın açıklamasında yer alan “Uluslararası güçleri (…) demokratik çözüme engel olmamaya davet ediyoruz” ve “3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” ifadelerini nasıl okumamız gerekiyor?
Samimiyetsiz bir ifade olarak gördüm. İmralı’dan yapılan çağrının alanın doğru okunmasının sonucuyla pratik bir ihtiyaca karşılık geldiğini görüyoruz. PKK’nın dağdaki çekirdek kadrosunun bu çağrıya gönülsüzce dahil oldukları çok açık. Hal böyleyken ‘uluslararası güçleri’ bu sürece engel olmamaya çağırmaları ne kadar onlara ait bir görüş bilemiyorum… Eğer metin Ankara-İmralı-Kandil hattında gidip geldiyse, kuvvetle muhtemel bu cümleler Ankara’nın inisiyatifiyle bile oraya konmuş olabilir. Yoksa ‘uluslararası güçler’ dediğimiz şey zaten PKK’nın dağ kadrosunun güvendiği dağlardır. İmkân olsa, onlardan tam tersini talep ederlerdi. ‘Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemek kaçınılmazdır’ ifadesine elbette katılabilirim. O alanın zaten önemli ölçüde halledilmiş olduğunu düşünüyorum.
PKK’nın yokluğunda bölgede ortaya çıkabilecek yeni tehditler veya boşluklar konusunda bir risk analizi yapılmalı mı?
“PKK’nın yokluğunda” ifadesini kullanmak için hâlâ çok erken olduğunu düşünüyorum. Ben şu an asıl riski ‘PKK’nın yokluğunda’ değil, ‘PKK yok olmadan’ konjonktürün değişmesinde, bu suretle PKK üzerinde etkili aktörlerin tekrar sahaya dönmelerinde görüyorum. 2013’teki ilk çözüm sürecini akamete uğratan Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan yeni konjonktürdü. Bunu unutmayalım. PKK’nın arkasından çekilmiş bir Suriye’nin, Irak’ın, PKK’ya o dönemde nispeten mesafeli duran Rusya’nın örgütü hızla yeniden sahiplendiğini görmüştük. Bunu Suriye rejimini ayakta tutabilmek ve Türkiye’nin politikalarını etkileyebilmek için yapıyorlardı. Örgüte can suyu verdiler, onu dirilttiler. “Kürt sorunu” 40 yıldır Türkiye’nin ayağındaki prangadır. Kürt sorununu Türkiye uzunca bir süredir zaten önemli ölçüde aşmıştı; ama buna rağmen PKK’nın yaşamaya devam edebilmiş olması Türkiye’nin muarızı aktörler sebebiyledir. Yani esasen sorun yaşamıyordu, sorun PKK üzerinden yaşatılıyordu. Bugüne bakınca Amerika’dan Rusya’ya, İran’dan İsrail’e kadar bu aktörlerin ne Türkiye’ye ne PKK’ya bakışlarında bir değişim oldu. Bu faktör, bugün geriletilmiş olabilir, ama ortadan kalkmış değil. Risk burada.
Bu adım Kürt meselesinin çözümünde yeni bir başlangıç anlamına mı geliyor? Yoksa sadece güvenlik boyutunu mu ortadan kaldırdı?
PKK, kabul etmeliyiz ki ‘Kürt sorunu’nu Türkiye’nin gündemine taşımakta belirleyici olmuştur. Bu doğrudur. Ancak tarihi akış içinde PKK’nın kendisi, en az 10 yıldır Kürt sorununun çözümünün önündeki en önemli engele dönüştü. Şimdi, eğer olacaksa, silahlarını bırakmaları önemli. Silahların bırakılmasından sonra örgüt üst kadrolarının niyeti, tutumu önemlidir. Bunu şöyle açalım: PKK, Suriye, Irak ve İran coğrafyasının içinde ve bu aktörlerin artan-azalan desteğiyle 41 sene yaşayabildi. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz tablo bir “konjonktürel resim” olarak kalabilir. Öcalan’ın inisiyatifi de böyledir, PKK yönetici kadrolarının açıkladığı fesih metni de böyledir. Mesele, bu resmin kalıcı bir statüye döndürülebilmesi. Bu, yakın vadede zor görünüyor. Fesih metninin ruhuna sinmiş olan şey gönülsüzlük; dış desteklerini kaybetmiş bir kadronun liderinin inisiyatifini-gönülsüzce kabullenmesi halini görüyorum ben. Bu tablo bize geleceğe dair umut vermiyor. Yarın öbür gün değişecek bir konjonktürde yeniden silaha sarılmaları şaşırtıcı olmaz. Pek çok yerde olduğu gibi burada da Öcalan’ın inisiyatifi önemli.
“Terörsüz Türkiye” inşası sürecinde demokratikleşme açısından hangi adımlar bekleniyor?
Türkiye, 1970’lerin, 80’lerin ve 90’ların Türkiye’si değil. Gerek “ Kürt sorunu”nun çözümünde gerek “Avrupa Birliği”ne katılım yolunda gerekse ülkenin modernleşme sürecinin bir gereği olarak çok önemli adımlar atıldı. Türkiye hiçbir zaman dünyadan izole bir ada olmadı. Türkiye’de “devlet aklı” tarihin akışı içinde dünyadaki dinamiklerin dışında bir duruş sergilemedi. Toplumun gelişimine ve dönüşümüne paralel olarak demokratik adımlar atıldı. Bugün örgütün “inkâr ve imha” dediği şeylerden çok uzun zamandır bu topraklarda eser kalmadığı açıktır. Bugün ne imha ne de inkâr vardır. Bugün hem merkezî hem mahalli düzeyde temsil kanalları açıktır. İfade kanalları da hiç olmadığı kadar açıkken ‘Kürt sorunu’nun çözümünden bahsetmekle neyin kastedildiğini anlamak zor. “Ana dilde eğitim” hakkı deniyorsa, belki Türkiye bir gün o imkânı da tanır. Atılacak adımların devletin ve milletin üzerine titrediği toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğine tehdit olarak algılamayacağı zemin oluşursa -ki bunun daha açık ifadesi milletin emin olduğu bir sadakat halidir- kuruluş ilkelerini ortadan kaldırmayacak her imkânı temin eder. Bugüne kadar bunu yapmıştır, bundan sonra da yapar.
Örgütün içindeki farklı gruplar arasında bu karara karşı direnç gelebilir mi?
Bazı rahatsızlıklar, hatta örgütten bazı küçük kopuşlar olabilir. Ama ana gövdenin tavrı süreçlerde belirleyici olacaktır. O ana gövdenin tavrında da belirleyici olan ve olacak olan örgüt kadrolarının adeta bir ‘peygamber’ gözüyle baktığı Öcalan’dır. Sürecin önü mayın tarlalarıyla dolu. Bu yolun kazasız belasız atlatılması için Öcalan’ın en azından örgütüne yönelik olarak daha görünür hale getirilmesi lazım diye düşünüyorum.
Roj Girasun- Rawest Araştırma Direktörü
KÜRT KAMUOYU SÜRECİ ANLAMAYA ÇALIŞIYOR
Kürt kamuoyunun Terörsüz Türkiye projesine genel yaklaşımı nasıl? Ciddi araştırmalar yapıyorsunuz, hangi tepkiyi net olarak duyuyorsunuz?
Sürecin başında Kürt kamuoyunda belirgin bir kaygı hâkimdi. Geçmiş çözüm sürecinin yarıda kalmış olması, güvensizliği doğal olarak artırmıştı. Fakat geldiğimiz noktada bu kaygının yerini daha çok “merak” almış durumda. Toplum süreci izliyor, anlamaya çalışıyor; ama henüz umut ya da heyecan duygusunda güçlü bir yükselişten söz edemeyiz. Silahsızlanma ise açık biçimde destekleniyor. Bu destek duygusal değil; siyasal güvence arayışıyla birleşen bir destek. Kürt toplumu bu sürecin anayasal ve kurumsal güvenliğe kavuşturulmasını talep ediyor. Eğer bu zeminde ilerlenirse, bugün sınırlı olan umut ve heyecan duyguları da pozitif bir ivme kazanabilir. Toplum silahların susmasını bir son değil, yeni bir başlangıç olarak okuyor.
PKK’nın silah bırakma açıklaması, Kürt seçmenin sürece bakışını nasıl şekillendiriyor? Yekpare bir Kürt seçmenden bahsetmek mümkün mü ve Kürt seçmenin bu konuya yaklaşımında fark var mı?
Kürt toplumu içinde siyasal çeşitlilik var ama örgütün silah bırakması ve meselenin sivil-demokratik zemine çekilmesi fikrine yönelik geniş bir mutabakat da var. Farklı toplumsal ve siyasal kesimler, bu konuda büyük oranda hemfikir. Kürtlerin kahir ekseriyeti, çatışmasız bir ortamı siyasal temsiliyetin ve demokratikleşmenin önünü açacak bir fırsat olarak görüyor. Bu süreç, özellikle DEM Parti seçmeninde Erdoğan karşıtlığının motivasyon düzeyinde çözülmesine de yol açıyor. Bu bir destek artışı değil; karşıtlığın gevşemesi. Böylece muhalefete yönelik “mecburiyet ilişkisi” de zayıflıyor. Artık Kürt seçmen tercihlerini belirlerken sadece iktidara karşı olmayı değil, muhalefetin ne sunduğunu da dikkate alacak. Program, performans, aday ve vizyon gibi parametreler daha belirleyici hale geliyor.
Eski çözüm süreçlerinde, PKK/HDP dışındaki Kürt aktörlerin dışarıda........© Perspektif
