Milli Eğitim Akademisi ya da Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Kaosu
Eğitim politikalarını belirleme gücüne sahip yöneticilerin hep miladı kendilerinden başlatmaları, tarih ve eğitim tarihi bilgi ve birikimlerinin yetersiz olması, bu yüzden üretilen günübirlik politikalar ve zevahiri kurtarma çabası, geçmişte yapılanları bilmeyip tekrar aynı şeyleri yapma alışkanlığı maalesef bize çok pahalıya mal olmaktadır.
- BURHANETTİN DÖNMEZ
- 5 Mart 2025
Ülke olarak öğretmen yetiştirme konusunda engin bir deneyime sahip olmamıza rağmen Türkiye’de öğretmen yetiştirme, eğitim sisteminin sürekli kanayan bir yarasıdır. Her yıl eğitim fakültelerinde 16 Mart öğretmen okullarının kuruluş yıl dönümü olarak kutlanır. 16 Mart 1848 Darül Muallimin-i Rüşti’nin kuruluş tarihidir. Bu Batı tipi öğretmen yetiştirme düşüncesi ile kurulan öğretmen okulunun üzerinden 177 yıl geçmiş ve biz hâlâ öğretmeni nerede ve nasıl yetiştireceğimizi tartışıyoruz.
Bakanlık Kendini Tekrar Ediyor!
Mehter yürüyüşü gibi iki ileri bir geri yol almaya çalışıyoruz. Eğitim politikalarını belirleme gücüne sahip yöneticilerin hep miladı kendilerinden başlatmaları, tarih ve eğitim tarihi bilgi ve birikimlerinin yetersiz olması, bu yüzden üretilen günübirlik politikalar ve zevahiri kurtarma çabası, geçmişte yapılanları bilmeyip tekrar aynı şeyleri yapma alışkanlığı maalesef bize çok pahalıya mal olmaktadır.
Bugünlerde Bakanlık çevrelerinde tartışılan konu 4 4 4 olmadı, 5 3 3 yapalım deniyor. Daha önce böyleydi zaten. Aynı parti iktidarında, 2012 yılında yapıldı, ne değişti? O zaman neyi bilmiyordunuz da yeni öğrendiniz? Sonra sorun sadece süre mi? Bu içerikle 5 5 5 yıl olsa ne olacak?
Benzer biçimde 1980 öncesi öğretmenler Millî Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı eğitim enstitülerinde yetiştiriliyordu. İdeolojik kamplaşmalar nedeni ile öğrenci seçiminde problemler yaşanıyordu. Eğitim enstitülerinde ders yapılamıyordu. Eğitim tarihinde bir kara lekedir, 40 günde kabak, fasulye yetişmiyor, öğretmen yetiştirildi. Yaşanan sorunlar nedeniyle Yükseköğretim Kanunu ile öğretmen yetiştiren kurumlar üniversite bünyesine alındı. Şimdi MEB, daha önce büyük bir başarı elde etmiş gibi 101 eğitim/eğitim bilimleri fakültesi varken, öğretmeni biz yetiştireceğiz diyor.
Buyurun bir örnek daha, Bakanlık daha önce 1992 yılında 3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 55/a maddesi ile Milli Eğitim Akademisi’ni kurmuştu. Hatta Hasanoğlan’da bir bina bile yapılmıştı. Maalesef bazıları akademiyi ya da üniversiteyi hâlâ bina sanıyor. Bina yapınca olacak sanıyorlar ama olmuyor ve olmadı. Zira akademi en başta özerkliktir, bilimdir, araştırmadır, yayındır. Bu özelliklere sahip kurumlar var zaten, bir bakanlığın üniversiteye benzemeye çalışması patolojik bir durumdur. Sonunda bina İç İşleri Bakanlığı’na devredildi ve ilk akademi macerası böylece bitti.
O yıllarda Akademi’nin ilk başkanı olarak atanan rahmetli hocam Prof. Dr. Haydar Taymaz ile bir kongrede karşılaştığımızda, hocam Bakanlığın zaten Hizmet İçi Eğitim Dairesi var, siz akademide ne yapacaksınız diye sorduğumda çok ilginç bir cevap vermişti, unutamadım. “Burhanettin benim ilk görev yerim Adana 5. Akşam Sanat Okulu’ydu. Oraya atandığımda hemen beni müdür yardımcısı da yaptılar ve ben o zaman sorulan her soruya cevap verebiliyordum” dedi. Benim için bu cevap yeterliydi.
Hasta ile Operatör Aynı Kişi Olamaz
Bakanlık şimdi yine akademi kuruyor. Bakanlığın bazı eski ve yeni bürokratları hâlâ öğretmen yetiştirme işinin üniversiteye devredilmesinin rövanşını alma derdindeler. Onlar için bu bir nostalji olabilir, fakat eğitim sisteminin sorunu bu değil. Her yeni bakanı ikna etmek için uğraşırlar, fakat bugüne kadar başaramamışlardır. Giderek üniversiteyle ve bilimle bağını koparmaya çalışan Bakanlık, yeni projeler üretemediğinde eskileri ısıtıp yeni gibi sunmaya çalışıyor. Bir başka deyişle kendi tekrar etmeye devam ediyor. Bakanlık bu kısır döngüden çıkışın ancak bilimin ışığında olacağının maalesef farkında değil. Bilmedikleri şey hasta ile operatörün aynı kişi olamayacağıdır.
Dağ Fare Doğurdu!
Ben uzun yılların beklentisi olarak Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun öğretmenlik mesleğini “efradını cami ağyarını mâni” bir meslek haline getirebileceğini umut etmiştim. Seçim öncesi giderayak Bakan’ın bir proje olarak; çıkarmak için çıkardığı, seçim döneminin gündemini oluşturan kanun, büyük bir fiyaskoydu. Dağ fare doğurdu ve yargı birçok maddesini iptal etti. Islahı mümkün olmayacağı için hemen arkasından aynı yöntemle, eğitim bileşenlerinin görüşünü almadan; almış gibi yaparak ikinci kanununu çıkardılar. Aslında kapsamı ve sonuçları itibarıyla pek bir şey değişmemiş olduğu açıktı. Özünü kariyer basamakları ve Milli Eğitim Akademisi oluşturuyordu.
Kariyer Aldatmacası
Bu yazımızda akademi konusunu biraz açmak istiyorum, fakat bir cümleyle de olsa kariyer basamaklarından söz etmeden geçmek olmayacaktır. İşin özü ve aslı şu: Bakanlık öğretmenlerin ekonomik kazançlarına katkıda bulunmak amacı ile göstermelik bazı koşullarla 10 yıl kıdemi olanları uzman öğretmen, 20 yıl kıdemi olanları başöğretmen yaptı. Bunu yaparken yeterliği değil kıdemi esas aldı ve öğretmenlerin kendilerini geliştirme çabalarına ket vurdu. Bakanlık, yapılan yüksek lisans ve doktora eğitimine pirim vermediği gibi bu tür bir eğitimi de öğretmenlerin gözünde bilerek değersizleştirdi. Mevcut durumda yüksek lisans yapan öğretmen bir kademe, doktora yapan öğretmen iki kademe, toplamda bir derece alırken, uzman öğretmenliğe bir derece, başöğretmenliğe ise iki derece verdi. Bu tür bir uygulamanın amacının ne olduğu sanırım çok açık. Oysa bilindiği gibi bütün mesleklerde uzmanlaşma lisansüstü eğitimle olmaktadır.
Milli Eğitim Akademisi
........© Perspektif
