Suriye-Türkiye-ABD Üçlü Görüşmeleri ve SDG Entegrasyonu
SDG’nin devlet ordusuna entegre edilmesi, Türkiye açısından uzun süredir beklenen bir gelişme. Ancak bu düzenlemenin yalnızca bir ‘rebranding’e dönüşmesi ve silahlı kurumsal varlığın sürmesi, Ankara açısından kabul edilebilir değil.
- ADNAN BOYNUKARA
- 17 Kasım 2025
Washington’da gerçekleşmesi beklenen Şara-Trump görüşmesi öncesinde, Ankara’nın Suriye ve bölge dinamiklerindeki aktif rolü nedeniyle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da görüşmeye davet edildiği açıklandı. Dolayısıyla Suriye-Türkiye-ABD üçlü görüşmeleri, Suriye krizinin on yılı aşkın süredir tıkalı kalan diplomatik dosyasında önemli bir eşiğe dönüştü. Görüşmelerin ana gündemi SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri/SDF) Suriye ordusuna entegrasyonuydu. Bu konu, sadece Suriye iç dengelerini değil, Türkiye’nin güvenlik kaygılarından ABD’nin bölgesel stratejilerine, Suriye Kürtlerin geleceğinden Şam’ın yeniden güç konsolidasyonuna kadar çok katmanlı bir jeopolitik tartışmanın merkezinde duruyor.
SDG-Şam Yakınlaşması: Prensip Anlaşması ve Zor Sorular
Şam yönetimi ile SDG arasında, örgütün silahlı unsurlarının Suriye ordusu ile devlet kurumlarına kademeli olarak entegre edilmesine yönelik prensip bir anlaşmaya varıldığı açıklandı. Bu çerçevede bir komitenin kurulacağı, ateşkes mekanizmalarının genişletileceği ve bazı bölgelerde ortak güvenlik yapılanmalarına geçileceği belirtildi. Mazlum Abdi’nin açıklamaları, sürecin SDG açısından bir “meşruiyet ve güvence arayışı” niteliği taşıdığını gösteriyor. Abdi’ye göre Şam ile sağlanacak uzlaşı, örgütün geleceği ve bölgesel istikrar açısından kaçınılmaz bir adım.
Suriye vatandaşı olan Kürtlerin siyasi statüsü ve haklarına ilişkin başlıklar ise zaten “Yeni Suriye” tartışmalarının merkezinde yer alıyor ve tüm Suriyelilerin ortak iradesiyle şekillenecek. Ülkenin geleceğini ilgilendiren bu konular, kurulan geçici parlamentonun da ana gündemlerinden biri. Sürecin aktif taraflarından biri olan Ankara ise Kürtlerin tüm Suriyelilerle eşit haklara sahip olması gerektiğini vurguluyor. Bu nedenle, toplumsal kesimlerin siyasi statülerine ilişkin tartışmaların ertelenmemesi önem taşıyor.
Türkiye’nin Pozisyonu: Üniter Suriye ve Tek Ordu
Türkiye süreci yakından izliyor ve Ankara’nın ilk tepkisi temkinli iyimserlik ile stratejik hesap arasındaki bir dengeyi yansıtıyor. SDG’nin devlet ordusuna entegre edilmesi, Türkiye açısından uzun süredir beklenen bir gelişme. Örgütün yarı-özerk askeri bir yapı olmaktan çıkarak merkezi devlet otoritesine bağlanması, Ankara’nın yıllardır vurguladığı “Suriye’nin toprak bütünlüğü” ve “tek ordu” yaklaşımıyla da uyumlu. Ancak bu düzenlemenin sahada yalnızca bir “rebranding”e (isim ve statü değişimi) dönüşmesi ve SDG’nin silahlı kurumsal varlığını farklı bir biçimde sürdürmesi, Türkiye açısından kabul edilebilir değil.
Bu çerçevede Ankara’nın üç temel sorusu öne çıkıyor. Birincisi, SDG’nin komuta kademesi nasıl yeniden yapılandırılacak? İkincisi, YPG geçmişine sahip unsurlar devlet ordusunda hangi pozisyonları üstlenecek? Üçüncüsü ise Türkiye’nin sınır güvenliği konusundaki kaygılarını giderecek somut mekanizmalar oluşturulacak mı? Ankara’nın Washington’daki görüşmelere katılımı da bu sorulara yanıt arayışının bir parçasıydı. Türkiye’nin bu konulardaki hassasiyetinin bir diğer nedeni ise sınır bölgesinde öngörülmeyen çatışma olasılıklarının üreteceği riskler. Ankara bu olasılığın üreteceği stratejik kırılganlıkla karşılaşmak istemiyor.
ABD’nin Rolü: Arabulucu ve Gözetleyici
ABD’nin üçlü görüşmede yer alması, sürecin yalnızca Şam-SDG ilişkilerini değil, bölgesel denklemi de yeniden şekillendirdiğini gösteriyor. Washington’ın görüşmelere katılmasının anlamı hem entegrasyon sürecini gözetlemek hem de Suriye’de “Rusya-İran........





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein