Yeni Bir Döneme Girerken
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, devletin saray bürokrasisi değil, doğrudan doğruya millet meclisi olduğu ve bütün kararların açık ve aleni biçimde halkoyuna sunularak alındığı demokratik bir hukuk devleti olma yolunda çok ciddi bir fırsat sunuyor.
- ABDULKADİR İLGEN
- 15 Ağustos 2025
“Bir suçlunun çarpıldığı onur kırıcı bir cezanın utancını tüm bir aileye bulaştıran kanının kaynağı nedir? Bu kanı yararlı olmaktan çok zararlı mıdır? Eğer zararlı olduğu kabul edilirse, bundan doğan sakıncaları giderecek çare nedir?”¹
BALZAC
Türkiye yeni bir döneme giriyor. “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” adı verilen komisyon ilk toplantısını 4 Ağustos’ta yaptı ve Meclis Başkanlığı’nın çalışma usul ve esaslarına ilişkin sunduğu 12 maddelik öneri metni bazı değişikliklerle kabul edildi.
Komisyonun amacı “toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi, milli birlik ve kardeşliğin pekiştirilmesi, özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti alanlarında çalışmalar yapmak” olarak belirlendi.
Ulusal güvenlikle temel hak ve hürriyetlerin ilişkilendirilmesi anlamına gelen amaç kısmı, özgürlükler mi ulusal güvenlik mi gerilimini bir karşıtlık olarak değil, birbirinin ayrılmaz cüzleri olarak ele alıyor şeklinde bir görüntü veriyor. Burası önemli. Çünkü memleketimiz şu kadar yıllık demokrasi deneyiminde sürekli olarak bunlardan biri lehine diğerini ihmal etti ve bunu da doğal bir maliyet olarak kabullendi.
Ulusal güvenliğin maliyeti demokrasiden, demokrasinin maliyeti de ulusal güvenlikten vazgeçmek gibi sunuldu. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır cümlesi, bunun en tipik örneklerinden biri olarak bilhassa 28 Şubat günlerindeki müfrit ulusalcıların şiarı oldu.
Oysa Türkiye gerek bir orta kuşak ülkesi olması gerekse kıtalar ve kültürlerin birleştiği bir yer olması bakımından hem coğrafyanın kendine dayattığı jeopolitik koşullar hem tarihsel geçmiş hem de içinde bulunduğu durum gereği aşırılıkların değil, makul ortalamaların ülkesi olma durumuyla muhatap bir ülke.
Vâkıa, Türkiye’nin içinden geçtiği tüm bunalımlara rağmen girdiği tarihî çizgi de hep ortalama makulün tercihi olarak tecelli etmiştir. Ne ki böyle bile olsa, kısa vadede sık sık aşırılıklara gidilmiş, bu da memlekete çok ciddi zaman ve insan kaybı şeklinde geri dönmüştür.
Böyle zamanlarda beklenirdi ki tabakât-ı münevverândan bilhassa ilmiye devriye girsin ve aynı tabakadan kalemiye ve askeriyeye yol göstersin. Bizde aydın zümresinin bu üç erkânından bilhassa sivil (kalemiye) ve asker olanları, öteden beri çok ciddi bir devlet geleneği içinden geldikleri için, tarihi bin yıllara ulaşan bir geleneğe yaslanıyor ve bilerek veya bilmeyerek de olsa üzerlerinde o geleneğin izlerini taşıyorlardı. Gökalp, bir yerde Enderûndan gelenler Türk oluyorlardı derken muhtemelen bunu kastediyordu.
Çok uzun yıllara dayalı tarihî devlet geleneği, sıradan ahaliden devlet adamlarına varıncaya kadar herkese bu terbiyeyi vermiş gibidir. Fakat bu geleneğin verdiği bir başka terbiye ise devlet dışı alanın ve devlet dışı alanda devletsiz düşünmenin neredeyse imkânsız olduğu bir başka alışkanlık daha doğurmuştur.
O yüzdendir ki münevver kesimden askeriye ve kalemiye her neyse de bu ikisine göre daha sivil olması beklenen ilmiye sınıfı da nafakasını büyük ölçüde devlet eliyle sağladığı için ona medyun, ona minnettardır. Dolayısıyla Modernleşme devirlerimizle birlikte, geleneği çok eskiden beri bir patronaj ilişkisine dayanan aydın zümre gibi ilmiye de resmî alanın dışında bağımsız bir özne olarak değil, resmî alanın bir payandası olarak görev yapmış ve idareye yol göstermek yerine onun sözcüsü olmuştur.
Bu sadece aydının dramı değildir, devlet dışı alanın alâmet-i farikası konumundaki iş adamı ve sermaye sahiplerinin durumu da birincilerden farksızdır. Yani, bizde Batı’da olduğu gibi ne sivil kent ne de o kentin yoğurduğu sivil sermaye vardır. Çünkü kent de politik bir merkez olarak vardır, bürokrasi de aydın da sermaye de. Hepsi böyledir.
Halil İnalcık merhumun bir dönem kaleme aldığı Şair ve Patron boşuna yazılmamıştır. Benzer şeyleri Jön Türklerde görürüz. Orada da aydın, gücünü devletten alarak veya her ne yapacaksa devlet........
© Perspektif
