Düşman Hukuku
En ilkel toplumlardan günümüze kadar her şey rıza üzerine kurulmuş bir konsensüs ve konvansiyon üzerinde yürümüş, o istikamette toplumu huzura kavuşturmuştur. Bugün de demokrasimiz, adına her ne denirse densin dayatmalar ve imtiyazlarla değil, ancak toplumsal rıza ve uzlaşılarla bir yere varacak ve içindeki ayrık otlarını temizleyecektir.
- ABDULKADİR İLGEN
- 7 Temmuz 2025
“Yandaşlar mı arıyorsun, sıfırları ara.”
F. NIETZSCHE
Muhalefetin bugünlerde en sık kullandığı kavramlardan biri “düşman hukuku”.
Ortada, artık alışık hâle geldiğimiz dalgalar halindeki operasyonlar var. Henüz biri bitmeden biri geliyor, onu başkaları takip ediyor. Diğer yandan YSK’nın bir üst merciye taşınamayacak kesinleşmiş kararları yeniden dava konusu ediliyor.
Bu, yarın bir başka mahkemenin bir başka kesinleşmiş YSK kararını dava konusu yapması anlamına gelir ki bu da mevcut sistem ve bu sisteme göre alınan bütün kararların tartışmalı hâle gelmesi demek. Bunlar, ucu nereye döneceği belli olmayan çok riskli, demokrasi ve devlet düzenimizi içinden çıkılmayacak noktalara götürebilecek tehlikeli adımlar.
Bugün Türkiye demokrasisi bir yandan, gerekçesi hak arama bile olsa örgütlü biçimde devlete karşı çıkan, masum sivilleri acımasızca öldüren bir cinayet şebekesini tasfiye etmek ve oraya her ne şekilde dâhil olursa olsun, bütün üyelerini affetmek için yasal düzenleme hazırlıklarına girerken; diğer taraftan, toplumun bir başka kesimine, muhalif olan diğer yarısına çok daha farklı bir tutum sergileyebiliyor. Bunlar eşzamanlı olarak devreye sokuluyor ve kimse de bunda bir çelişki görmüyor.
Bu hareketlere muhatap olan muhalefet de haklı olarak bunu “düşman hukuku” diye nitelendiriyor.
Bunu söylerken, adına çözüm süreci veya başka isimler verilen sürece karşı çıktığım veya onunla ilgili lehte veya aleyhte bir şey söylediğim sanılmasın. Yapmak istediğim, sadece konuyu anlamaya çalışmak ve bunun kökenindeki ideolojik temel veya temellere kısa bir atf-ı nazar yapmak.
Bir Zihin Yapısının Anatomisi
Bu konuyu düşünürken, aklıma her nedense üzerinden henüz fazla bir zaman geçmeyen bir söyleşi, Hayrettin Karaman’la yapılan bir söyleşi geldi. Orada Hoca’ya fıkha göre “ötekinin adaleti nasıl olacak” diye bir sual soruluyor.
Hoca, “Ötekinin berikinin adaleti olmaz, adalet, adalettir” diyor.
Ne güzel değil mi, adalet nispî bir değer olarak değil, mutlak bir değer olarak anlaşılıyor. Yani kendinde neden. Ama söyleşi biraz ilerleyince, bunun başka anlamda kullanıldığını anlıyoruz.
Ben çok ayrıntıya girmek istemediğim için sadece söyleşide dikkatimi çeken bazı cümleler üzerinden analiz yapmak istiyorum.
Hoca diyor ki, “İyi de kim bu öteki?
“Mesela, sorudaki öteki kavramına gelelim. Kim bu öteki? Kelime, malum kırmızı. Eskiden, yani asr-ı saadette Biz kavramıyla Müslümanlar, Öteki kavramıyla da kâfirler kastediliyordu. Şimdi iş biraz daha farklı.”
Burada anahtar kavram “Şimdi” zaman zarfı.
Şunu demek istiyor: Pekâlâ Türkiye’deki ötekiler kim? Kime “öteki” veya “öteki arası” diyeceğiz? Bir de öteki arası gruplar var. “Adamın nüfus cüzdanında Müslüman yazıyor. Gerçi, şimdi o da kaldırıldı ya” diyor. Sonra devam ediyor: “Bu adamların tamamı homojen bir grup değil ki hepsi ‘Biz’ olsun.”
Homojen kavramı bu kullanımda bir anda makası değiştiriyor ve başka bir istikamete yöneliyor. Denebilir ki, yurttaşlık kavramı zaten ortak bir homojenlik paydası veriyor. Fakat Hoca ya bu kavramın farkında değil ya da onun içeriğine katılmıyor. Ve bir anda homojenlik kavramı ve içeriği tartışmaya açılarak ona yeni bir içerik veriliyor.
İyi de bu “içerik” anayasal bir........
© Perspektif
