Bir yasa bin ihlal: LGBTİ+ varoluşuna karşı hukuki saldırı ve insan hakları rejimi
AKP hükümetlerinin LGBTİ ’lara karşı başlattığı “savaş” yeni değil. Lambdaİstanbul’a yönelik kapatma davası, dönemin Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın “eşcinsellik hastalıktır” açıklaması ve 2015 yılında başlayan (ve sistematik hale gelen) Onur Yürüyüşü yasakları ilk akla gelenlerden. Ancak 2015 yılından bugüne geçen on yılda, AKP hükümetlerinin LGBTİ ’lara karşı geliştirdiği söylem ve pratik 2015 öncesinden radikal bir biçimde farklılaştı. Gökkuşağı bayrağı ve sembollerine karşı yasak ve müdahaleler, onur yürüyüşlerine yönelik polisin işkenceye varan saldırıları, yüzlerce gözaltı ve translara gün ortasında yaptırılan “utanç yürüyüşleri” hükümetin Rusya tipi de facto “propaganda” yasağının örnekleri. Bu pratiği, LGBTİ hareketini ve LGBTİ ’ları güvenlik sorunu olarak gören ve topluma, değerlerine, onu oluşturan meşum aile yapısına karşı bir tehdit olarak addeden söylemler takip etti. Son kertede, LGBTİ ’lara karşı toplumu teyakkuza geçirmek ve hükümet politikasının toplumsallaşması için “büyük aile mitingleri” organize edildi.
Kuşkusuz LGBTİ ’lara yönelik bu saldırı dünyadaki anti-LGBTQ söylem ve politikalardan bağımsız değil. Farklı coğrafyalarda LGBTİ ’lar “geleneksel aile yapısına” bir tehdit olarak algılanıyor, marjinalleştiriliyor ve varlıkları kriminalize ediliyor. Öyle ki uluslararası norm oluşturma süreçleri için kurulan Değerler için Siyasi Ağ (Political Network for Values) ve Aile Dostları Grubu (Group of Friends of the Family) gibi platform ve koalisyonlar Birleşmiş Milletler bünyesinde muhafazakâr bir ajanda geliştirmek için çalışıyorlar. Örneğin 2020’de ABD ve Uganda’nın sponsorluğunda 32 ülkenin imzalayıp BM Genel Kurulu’na sunduğu Kadın Sağlığının Geliştirilmesi ve Ailenin Güçlendirilmesine İlişkin Cenevre Mutabakat Bildirisi amaçlarından birini “sağlıklı bir toplumun temeli olarak ailenin korunmasını savunmak” ifadesiyle tanımlıyor[1]. Bildiride “toplumun doğal ve temel bir birimi” olarak tanımlanan ailenin “devlet tarafından korunması gerektiği” belirtilirken, kürtajın ise “asla teşvik edilmemesi” özellikle vurgulanıyor. Böylece aile kavramı hem üreme politikaları hem de toplumsal cinsiyet alanında bir politik silah haline getiriliyor.
Görüldüğü gibi AKP’nin LGBTİ ’lara yönelik politikası münferit bir vaka olmanın ötesinde, kadın ve LGBTİ haklarına karşı yükselen küresel dalganın bir parçası. Bu yeni dalga öncekilerden farklı olarak daha uluslararası bir nitelik taşıyor. Cis-kadın ve cis-erkekten müteşekkil “geleneksel aile” kavramını ulusal kimliğin temeli olarak öne çıkaran alternatif bir normatif anlayış inşa ediyor. Bu inşa sürecinde en faal olarak başvurulan araçlardan biri hukuk. Muhafazakâr kesimlerin uluslararası hukuk ve mekanizmaları kendi ajandaları için kullandığı bir süreçte, (yetersiz de olsa) bizi koruyan mevcut hukuk ve mekanizmaları görmezden gelme lüksümüz yok. Tam da bu bağlamda, bu yazı, 11. Yargı Paketi’ndeki LGBTİ varoluşunu kriminalize eden düzenlemeleri incelemeyi ve bu düzenlemeleri uluslararası hukuk açısından değerlendirmeyi amaçlıyor. İki bölümden oluşan yazının ilk kısmında tasarıda bulunan translara yönelik düzenlemeler ele alınacak.
Bir hukuk garabeti: Torba yasalar
Hukuki iş ve işlemlerde izlenecek yolun içerikten önce geldiğini belirten “usul esası belirler” prensibi uyarınca, tasarının şeklinin bilhassa usulsüz olduğunu ve demokratik yasa yapma yöntemleriyle uyuşmadığını en başta vurgulamak gerek. Nitekim kamuoyuna yansıyan yasa tasarısı, bir yasa yapma yöntemi olarak hukuki bir garabet. Paket adı verilen bu torba yasa yapma tekniği, birbiriyle ilişkili olsun veya olmasın, çeşitli yasalarda değişiklik yapmayı amaç edinen tasarı ve teklifleri kapsıyor. Bu teknik, aralarında konu ve anlam bütünlüğü olmayan metinleri karmaşık metinlerle bir araya getiriyor. Bunun sonucunda hem yasanın kaynağı olarak ifadesini bulan TBMM iradesini kısıtlıyor, hem de içtüzük ihlallerinin denetlenmesini neredeyse imkânsız hale getiriyor. Bu tekniğin gerek TBMM içtüzüğünü gerekse Anayasa’yı ihlal ettiği, temel ve demokratik hukuk prensiplerine de aykırı olduğu literatürde sıklıkla dile getirilip tartışıldı[2] .
Tasarı, hem Türk Medeni Kanun’da (TMK) hem de Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) bu yazının konusu bağlamında bir dizi değişiklikler öngörüyor. Bu değişikliklerden ilki, tasarının yedinci maddesinde TMK Md. 40’ta yer alan cinsiyet değişikliğine ilişkin düzenlemeyle ilgili. Hâlihazırda yürürlükte olan maddeye göre cinsiyet değiştirmeye ilişkin yaş sınırı 18. Hukukun bütünlüğü ve birliği açısından bakıldığında, kanunda belirlenen bu yaş sınırı diğer düzenlemeler ile uyumlu, zira TMK Md. 11 erginliği on sekiz yaşın doldurulmasıyla başlatıyor.
Erginlik, yani kişinin kanun karşısında çocuk sayılmaması hem fiil hem de ceza ehliyeti bakımından belirleyici bir dönüm noktası. Bu anlamda, fiil ehliyeti bağlamında kişi 18 yaşını doldurmasının ardından (ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmaması şartıyla) her türlü hukuki işlemi yapmaya muktedir hale gelmekteyken, ceza ehliyeti bağlamında ise 18 yaş cezai ehliyetin tam olma şartlarından biri (algılama ve irade yeteneğine sahip olması koşuluyla). Keza, vatandaşlık hukuku açısından da 18 yaş seçme ve seçilme hakkının başlangıcı. 1982 Anayasası’nda yapılan değişikliklerle 1995’te seçme yaşı, 2017’de ise seçilme yaşı 18’e indirildi.
Halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın 67. maddesinde 4121 sayılı kanunla 23 Temmuz 1995 tarihinde yapılan değişiklikle seçme yaşı; Anayasa’nın 76. maddesinde 6771 sayılı kanunla 21 Ocak 2017 tarihli değişiklikle ise seçilme yaşı 18’e düşürüldü.
Bu düzenlemeler Türkiye’nin taraf olduğu ve çocukluğu 18 yaş altı olarak tanımlayan Çocuk Haklarına Dair Uluslararası Sözleşme ile de uyumluluk arz ediyor. Ancak, ilgili yasa tasarısı cinsiyet değişikliği yaşını birdenbire, hukukun diğer düzenlemeleriyle çelişki arz edecek şekilde 25 yaş olarak belirliyor. Eğer tasarı bu hâliyle kabul edilirse,........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon