menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sadık Çelik yazdı: Çin ve Rusya ne yapacak

11 0
19.06.2025

İnsanlığın kolektif aklı çöküyor gibi uzunca bir zamandır. Bir şeyler yerinden oynuyor. “Dünya zıvanadan mı çıkıyor?” sorusu artık paranoyaklara değil, makul insanlara ait…

Ortadoğu’da, haritada bir avuç yer kaplayan ama etkisi kıtaları aşan, dünyanın ahlaki dengesini altüst eden bir ülke; İsrail. Amerika’nın vurucu koç başı. Nüfusu, İstanbul’un yarısı kadar. Ama Amerika’nın desteğiyle elinde tuttuğu politik gücü, askeri teknolojisi ve dokunulmazlık zırhıyla dünyayı şekillendiren aktörlerden başında… Öyle bir ülke ki, saldırmayı güvenlik, işgal etmeyi savunma, savaş açmayı diplomasi diye sunuyor. Barışı savaşla savunuyor; güvenliği başkalarının yok oluşunda arıyor.

İsrail artık yalnızca bir ülke değil. Bir olgu. Bir sistem. Bir mesaj: Güç sende varsa, haklı olman gerekmez. Yalnızca Filistinliler için değil, bölgedeki herkes için bir tehdide dönüşmüş durumda. Tehdit edici, bölgesel bir hegemon güç… Türkiye’den Körfez ülkelerine kadar herkesin yeni “başat tehdit” algısı…

***

Netanyahu, İran’ı nükleer silah üretmekle suçladı. “Oyalanıyoruz” dedi. “Tehlike kapımızda,” ve düğmeye bastı. İran’ın askeri üsleri, nükleer tesisleri, ekonomik merkezleri hedef alındı. Öldürülenler arasında Devrim Muhafızları Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da bulunduğu bir düzineden fazla üst düzey komutan var… Yalnızca askerler de değildi hedef; İran’ın bilim dünyasına yön veren nükleer fizikçiler, mühendisler, araştırmacılar… Yani bu saldırı, bir askeri operasyon değil, entelektüel bir kafatası avıydı. Sadece bedenleri değil, beyinleri hedef aldılar. Zihinsel bir yok etme hamlesi.

Böylesine nokta atışıyla yapılan bir operasyon, yalnızca teknolojik üstünlükle açıklanamaz. İsrail’in, İran içinde derinlere kök salmış çok katmanlı bir istihbarat ağına sahip olduğu artık sır değil. Sahaya sızmış bir bilginin, içeriden işleyen bir aklın, damarlarına kadar nüfuz etmiş bir istihbarat ağının ürünü.

Molla rejimi yıllardır kadınların başörtüsüyle uğraşıyor. Bir tutam saçı görünce devlet refleksi devreye giriyor ama o sırada ülkenin damarlarına kadar sızan Mossad’ın farkında bile değiller. İstihbarat servisinin başına Mossad ajanı gelmiş… İsrail, İran topraklarında adeta üs kurmuş. Drone fabrikaları, gözetleme merkezleri, derinlemesine istihbarat ağları… Bu kadarı da olurmuş demek ki… Kendi halkını bastırmakta maharetli olanlar, dışarıdan gelen sızıntıya kör.

Ayrıca son bir yıldır İran, Gazze’den Yemen’e, Suriye’den Irak’a kadar vekil güçlerini desteklemekle meşguldü. Bunlar için milyarlarca dolar harcadı. Ama aynı sürede kendi topraklarının güvenliğine yatırım yapmadı. Güvenliği dışarıda kurmak istedi, içeride ihmal etti. Şimdi o dış çeper çökünce, İsrail ve Amerika İran ana kıtasına fütursuzca girebiliyor…

***

İran ilk şoku atlattıktan sonra kırmızı intikam bayrağını çekti, misillemeye geçti, biraz da zevahiri kurtarmak için… Meşhur "Demir Kubbe" bazı yerlerde delindi. Tel Aviv ve Hayfa dahil pek çok şehir hedef alındı. Ancak bunlar elbette İsrail’in İran’a verdiği kayıplarla kıyaslanabilecek düzeyde bir etki yaratamadı. Çünkü güç asimetrisi ortada. İran’ın misillemesi daha çok bir yanıt verme, bir gururunu kurtarma mecburiyetiydi ve masaya oturma zamanı geldiğinde çok da biçare görünmeme arzusuydu, gerçek bir dengeleme değil.

Petrol fiyatları daha ilk günden fırladı. Ekonomik göstergeler, yalnızca savaşan taraflarını değil, tüm dünyayı uyarıyor. Küresel ekonomi bir yangın yerine dönebilir; çünkü savaş, artık yalnızca cephede yaşanmıyor. Etkisi piyasalarda dalga dalga yayılıyor, zihinlerde endişeye, diplomasi masalarında sessiz bir gerilime dönüşüyor. Yeni çağın savaşları sadece toprakta değil veride, finans sisteminde ve sinir uçlarında yaşanıyor. İsrail ve İran arasındaki bu yeni cepheleşme sadece Ortadoğu’nun değil, dünyanın tamamının meselesi oluyor.

Çatışmaların kontrolden çıkma ihtimali, müttefiklerin ve vekil güçlerin devreye girme olasılığı, nükleer silahların kartlara yazılma ihtimali… Bunların her biri, gelecek yüzyılı değil, yarınımızı tehdit ediyor.

Amerika Akdeniz'e yeni filolarını gönderiyor, Körfez'e askeri yığınak yapıyor. Diplomasi adına tehditlerini sıralıyor; Bu artık müzakere değil, bir tür şantaj. “Önleyici diplomasi” dedikleri şey, aslında kaba bir mesajdan ibaret: Kırk katır mı, kırk satır mı, hangisini tercih ediyorsan..

Trump açık açık İran sahasının onların kontrolünde olduğunu dile getirebiliyor. Ne kadar acı bir cümle bu… Bir ülkenin topraklarını, kendi stratejik oyun sahası gibi tanımlamak… Ayrıca “İran Cumhurbaşkanı’nın yerini bildiklerini, şimdilik öldürmeyeceklerini ama sabırlarının da taşmakta olduğu mesajını da veriyor…

Bu sözler, yalnızca bir diplomatik gerilim değil; savaşın gerçekte kimler arasında olduğunu ele veren itiraflardır. Çünkü bu açıklama, ABD’nin bu çatışmanın kenarında değil, tam kalbinde olduğunu ortaya koyuyor.

Washington, İran’ı kendi çizdiği sınırlar içinde bir anlaşmaya zorluyor. Masaya barış değil, şart koyuyor. Zor yoluyla şekillendirilmiş bir “rıza” üretmeye çalışıyor; Gramsci’nin tanımladığı anlamda bir hegemonya inşası mı bu acaba?

***

Bu yol, Irak’ta Saddam Hüseyin’le başladı. Kimyasal silah var, dediler, kanıtlayamadılar ama işgal ettiler. Dünya kamuoyu o yalanı sindirene kadar, ülke yerle bir olmuştu. 1 milyonun üzerinde insanın canına mal oldu.

Sonra Libya. Arap Baharı adı altında başlatılan dalga, Kaddafi’yi silip süpürdü. “Demokrasi” ve “insan hakları” söylemleri eşliğinde bir ülkenin kalbi söküldü.

Suriye'de sıra Esad’a geldi. Diktatör dediler. Baskıcı dediler. Suriye, yıllardır süren vekalet savaşlarının sahasına dönüştü.

Suriye’den en çok fayda sağlayan ülke; Rusya’ydı. Zaten........

© OdaTV