menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Neo-Liberal Hegemonya, Kimlik Siyaseti ve Sınıfın Görünmezleştirilmesi

16 1
16.08.2025

1980’ler, dünya kapitalizminin yapısal bir eşiğe geldiği dönemi ifade eder. Sermaye birikim süreçleri, kâr oranlarındaki düşüş eğilimine karşı yeni bir “düzenleme rejimi” arayışına girmişti. Bu arayış, İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan eliyle kurumsallaşan neo-liberal paradigma ile somutlaştı. Yeni rejimin amacı, devletin ekonomik yaşamdan çekilmesi, kamu hizmetlerinin metalaştırılması ve sermaye hareketlerinin önündeki ulusal engellerin kaldırılmasıydı. Bu dönüşüm, salt iktisadi alanla sınırlı kalmadı; toplumsal ilişkilerin, kültürel formların ve siyasal iktidar pratiklerinin yeniden üretim mantığını da değiştirdi. Eski sınıfsal karşıtlıkların görünürlüğünü azaltan ve bunların yerine parçalı kimlik aidiyetlerini ikame eden ideolojik bir yeniden yapılanma süreci devreye sokuldu. Bu, yalnızca ekonomik yeniden yapılanmanın “yan ürünü” değildi; aksine, hegemonya inşasının asli bir aracıydı.

Neo-liberal dönemde ırk, etnisite, cinsiyet ve dini aidiyet gibi kimlikler, gündelik hayatın doğal çeşitliliğini yansıtan olgular olmaktan çıkarılarak, kamusal tartışmanın merkezine yerleştirildi. Bu kaydırma, Antonio Gramsci’nin tarif ettiği “hegemonya” mekanizmasının güncellenmiş bir formuydu: Sınıf çatışmalarını doğrudan bastırmak yerine, toplumsal enerjiyi farklı ve çoğu zaman birbirine karşı konumlanan kimlik kümelerine dağıtmak. Bu sayede, ücretlerin baskılanması, iş güvencesizliğinin yaygınlaşması, kamusal hakların geri çekilmesi gibi sermaye lehine yeniden yapılandırma adımları, siyasal gündemin arka planına itildi. Kimlik temelli kutuplaşma, sermaye ile emek arasındaki temel karşıtlığı görünmez kılarak, kolektif........

© Nokta Haber Yorum