Ölü At Teorisi: Toplumsal Direnç, Statüko ve Değişim Karşıtlığı
“Geçmişin yükünü taşımak, geleceğe yürümeyi engeller. Bazen ilerlemenin tek yolu, ölü atı bırakmaktır.”
Toplumlar, bireyler ve kurumlar gibi, alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlıdır. Değişim zorlayıcı ve belirsizlikle dolu bir süreç olduğundan, çoğu zaman eski yöntemlere sarılmak daha güvenli ve rahatlatıcı gelir. Ancak değişimin kaçınılmaz olduğu durumlarda bile toplumlar, çökmeye yüz tutmuş yapıları, sistemleri veya fikirleri terk etmek yerine onları yaşatma çabası içine girerler. İşlevselliğini yitirmiş sistemleri sürdürebilmek için çeşitli yöntemler geliştirilir: Daha fazla kaynak ayrılır, yöneticiler değiştirilir, sistemin eksiklikleri görmezden gelinir veya başarısızlık başka nedenlere bağlanarak sorumluluk ötelenir. Oysa bu çabalar, sadece çöküşü geciktirmekten öteye gidemez.
Kızılderili atasözünün dediği gibi, “Eğer ölü bir ata bindiğini fark edersen, yapman gereken en iyi şey inmek olur.” Ancak tarihte ve günümüzde, birçok toplum, atın öldüğünü kabul etmek yerine yeni kırbaçlar satın alarak, biniciyi değiştirerek ya da atın hâlâ sağlıklı olduğunu iddia ederek ilerlemeye çalışmaktadır. Bu direnç, toplumsal değişimi geciktiren en önemli faktörlerden biri olup, bireylerin ve toplumların gelişimini engelleyen bir körlük yaratır.
Toplumlar belirli bir düzen içinde varlığını sürdürebilmek için normlar, kurallar ve gelenekler geliştirir. Bu yapılar, belirli bir dönemde işlevsel olabilir ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilir. Ancak zaman içinde değişen koşullara ayak uyduramayan sistemler, toplumun gelişimini yavaşlatmaya başlar. Buna rağmen, insanlar ve kurumlar genellikle değişime karşı direnir. Bu durumun birkaç temel nedeni vardır:
İnsanlar ve toplumlar, uzun yıllar boyunca içselleştirdikleri sistemleri değiştirmekte zorlanır. Pierre Bourdieu’nün “habitus” kavramı, bireylerin ve toplumsal grupların, içinde doğup........
© Nokta Haber Yorum
