Özgürlük, vicdan, haysiyet…
Aslında birbiriyle çok bağlantılı sözcükler...
Özgürlüğün askıya alındığı, unutulduğu ya da hiç olmadığı ortamlarda insanlık, dostluk, arkadaşlık, vefa olmuyor, olamıyor... İrili ufaklı insancıkların birbirini sırtından hançerlediği, gammazladığı, linç ettiği, asla hak etmemiş küçücük yaratıkların egemen olduğu bir “güruh ortamı” hızla büyüyor ve toplumu esir alıyor. İnsanın olmadığı yerde ise haysiyet, yok oluyor, vicdan denilen en kutsal duygu ise sözlüklerden dahi siliniyor...
Bu sözcüklerin toplumu terk ettiği ülkelerde ise bambaşka üç sözcük topluma egemen oluyor, benlikleri esir alıyor:
- Güç, hırs, para!
Toplumun en üst katmanından taa dibine dek insancıklar bu güdüler tarafından yönetilmeye başlıyor... Sırf bu sözcükleri temsil edenlere yakın olmak, meşrebine, bulunduğu sosyal konuma göre siftinebilmek uğruna insancıklarda yaltaklanma, tapınma, ait olma duyuları gelişiyor... Gözlerinin önünde olup bitene bakıyor ama görmüyorlar...
Hırsızlıklar, yolsuzluklar, çocuklarının geleceğinin yok olması, baskılar, sansür, dayak, biber gazı, cop, savaş, talan hiç mi hiç etkilemiyor bu insancıkları...
- Ancak, başlarına geldiğinde ağlaşıyorlar, o kadar!
Toplumun, insanlıktan, vicdandan nasibini almış, olanlar karşısında yüreği sızlayan, on milyonları oluşturan kesim ise büyük bir yeisle “elinden bir şey gelmeme” duygusu, korku ve öfke içinde kurtarıcı bekliyor... Ancak iş birlik olmaya, ayağa kalkmaya, hakkını aramaya geldiğinde, uzun yılların üzerine yığdığı ölü toprağını bir türlü atamıyor, siniyor ve yalnızlık duygusuyla o karabasanı........
© Nefes
