Kardeşlik Doğu Akdeniz’de Boğuldu (1)
Üç Türk devleti, Kuzey Kıbrıs’ı değil, Güney Kıbrıs’ı tanıdı. Türkiye suskun. Dışişleri Bakanı bu fiyasko karşısında sus pus. Ama dışişleri bakanının muhalefetle laf dalaşında olması gayet kolay
Yusuf Kanlı
Diplomaside bazı anlar vardır: susarsanız tarih sizi not eder, konuşursanız coğrafya size dar gelir. İşte Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki “kardeşleri”nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne değil, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne büyükelçi atadığı o meşum gün de böyle bir andı. Üstelik bu kez tarih de, coğrafya da suskunluğa tahammül edemedi. Ama Ankara’dan tek bir kınama cümlesi bile çıkmadı. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın diplomatik lügatindeki “fiyasko”, belli ki bu olay için geçerli değildi. O, daha çok “cunta” kelimesiyle meşguldü çünkü muhalefete cevap yetiştirmek, Orta Asya’da boğulan kardeşlikten daha öncelikliydi.
Evet, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan… Üçü birden, göğüslerini gere gere, Kuzey Kıbrıs’ı değil Güney Kıbrıs’ı “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdıklarını ilan ettiler. Büyükelçiler atandı, protokoller imzalandı, AB’nin fondip teklifleri eşliğinde ilişkiler “stratejik ortaklık” düzeyine çıkarıldı. Türk Devletleri Teşkilatı’nın üç üyesi, Ankara’nın ısrarla 40 yıldır ayakta tutmaya çalıştığı Kıbrıs davasını, Brüksel menşeli yatırım vaadi uğruna tarihin çöplüğüne postaladı. Türkiye ise sustu. Belki biraz yutkundu. Ama yüksek sesle tek kelime etmedi.
Zira Ankara son yıllarda dış politikada, kelime dağarcığını dışarıya değil, içeriye göre düzenlemeye başladı. Mesela, Avrupa Birliği veya Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri için özel sözlükte yer kalmadı; onun yerine “cunta”, “fitne”, “muhalefet güdümlü dış saldırı” gibi içi boş ama sesi gür kavramlar yer aldı. Dışişleri Bakanı, Orta Asya’daki kardeşlerin bu ihanetine tek kelime edemezken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “cunta” çıkışına anında “haddini bil!” cevabını yetiştirdi. Demek ki mesele, Kıbrıs davası değil; mesele, iç politikadaki hesaplaşmalar uğruna dış politikadaki çöküşü perdelemek.
Oysa Kıbrıs meselesi Türkiye’nin sadece ulusal çıkarı değil, aynı zamanda diplomatik onurudur. 1983’ten bu yana tanınmayan KKTC’nin uluslararası platformlarda meşruiyet kazanması için yürütülen diplomatik savaş, şimdi kendi “soydaşları” tarafından sırtından hançerlendi. Hem de Türkiye’nin öncüsü olduğu Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında! Bu teşkilat, adını Türk’ten alıp, vicdanını Brüksel’de unuttu.
Dış politika öngörüsüzlüğünün çetelesini tutmak zor iş değildir: Önce Astana, gözlemci KKTC’yi TDT Zirvesi’ne çağırmaz. Sonra AB, Orta Asya’ya 12 milyar Euro’luk yatırım vaadinde bulunur. Ardından Orta Asya ülkeleri birer birer Güney Kıbrıs’ı tanır. Üstüne Semerkant’ta düzenlenen AB-Orta Asya Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde BM’nin 541 ve 550 sayılı kararlarına sadakat ilan edilir. Yani açıkça Türkiye’nin Kıbrıs politikası çöpe atılır. Buna mukabil Türkiye ne yapar? Hiçbir şey. Gerekçesi mi? “Stratejik sükûnet.”
Bu “stratejik sükûnet” öyle bir........
© Muhalif
