Bu torba yasa İsviçre’de olsaydı harikaydı..
İsviçre'nin iklim hukuku modeli, yalnızca teknik düzenlemelerle değil, toplumun tüm aktörlerini kapsayan katılımcı anayasal çevrecilik yaklaşımını yansıtır. Bu modelde halk, parlamento sürecine doğrudan demokrasi araçlarıyla, yani halk oylamaları ve halk inisiyatifleriyle dahil olur. Bu da yasanın yalnızca meşruiyet elde etmesini değil, sürdürülebilir şekilde hayata geçirilmesini de sağlar.
Ayrıca, danışmanlık ve karar alma süreçlerinde çiftçiler, iş dünyası temsilcileri, yerel yönetimler ve çevre örgütlerinin aktif katılımı söz konusudur. Hatta öyle ki İsviçre İklim Yasası birçok yönüyle güçlü bir çerçeve sunsa da halk oylamasına bağlı bir yasa olduğu için eleştiriliyor. Çünkü kriz anlarında halkın kararını almak için harcanan zaman, yavaş tepkilere neden oluyormuş.
Ayrıca bu yasanın denetlenmesi ve izlenmesi de birden fazla denetim ve izleme mekanizması ile sağlanmakta. İşte zeytinlikleri yok edeceği iddia edilen bizim Torba Yasa böyle bir ülkede çıksaydı hiçbir problem yoktu. Ama bu yasa bizim ülkede çıkınca işler değişiyor elbette.
Kamuoyunda “zeytinlikleri yok etme yasası” olarak anılan torba yasa büyük bir tartışma yarattı. Sosyal medyada, özellikle köylerde, bu yasa sanki tüm zeytin ağaçları bir gecede kesilecekmiş gibi yankı buldu. Ancak durum bu kadar net ve siyah-beyaz değil. Yasayı anlamadan sadece korkularla hareket etmek de, yasayı tamamen savunmak da sağlıklı bir durum değil.
Yasanın gerekçesi açık: Yenilenebilir enerjiye geçiş sürecinin hızlandırılması ve ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak için yerli kömür üretiminin desteklenmesi. Türkiye, elektrik üretiminde neredeyse kendi kendine yeterli hale geldi; 2024’te 348.9 teravat saat üretip 347.9 teravat saat tükettik. Ancak bu üretimin büyük kısmı doğalgaz ve ithal kömüre dayanıyor — yani dışa bağımlıyız. Tıpkı Avrupa’nın Ukrayna savaşında yaşadığı doğalgaz krizi gibi, biz de enerji bağımlılığının risklerini........
© Muhalif
