menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ülkenin Gerçek Beka Sorunu: Umudu Tükenen Toplumlarda Nüfus Kaçınılmaz Olarak Yaşlanır

6 0
24.04.2025

Cumhurbaşkanı, Anadolu'daki Türk nüfusunun hızla yaşlandığını söyleyerek hayıflanıyor. Bunun bir beka sorunu olduğunun altını çiziyor. "Bu, ülkemiz için savaştan daha büyük bir tehdittir," diye de ekliyor.

Peki çözüm? Kadınlar daha çok doğursun. Üç de yetmez, beş tane doğursun. Teşvik paketleri sunulsun, doğum izinleri uzatılsın, 2025 "Aile Yılı" ilan edilsin.

İlk bakışta her biri somut birer adım, hepsi birer politika gibi görünüyor. Halbuki mesele, birkaç formül dayatmasıyla çözülebilecek kadar basit değil. Bu yaklaşım, hastalığın yalnızca semptomlarıyla kavga etmekten ibaret. Çünkü bu çözüm önerilerinin ardında, ne bireyin iradesini, ne toplumun değişen yapısını, ne de derinleşen ekonomik ve sosyolojik çöküşü anlamaya yönelik bir çaba var; ancak yüzeyde dolaşabilen, kestirmeci bir bakış açısı, hepsi o kadar. Sorunun kökenine inmeden, derin nedenleri sorgulamadan, insana dair gerçek ihtiyaçları anlamadan üretilmiş çözümler.

Oysa doğurganlık, yalnızca teşvikle, parayla, kampanyayla artırılabilecek mekanik bir refleks değildir. İnsanın yaşadığı topluma, geleceğine, kurumlarına duyduğu güvenle beslenir. İnsanlar, yarınlarına umutla bakamadığında, ne kadar teşvik edilirse edilsin, doğum oranı artmaz. İnsanın içindeki yaşamı genişletme arzusu, dış dünyanın umut ve güven iklimiyle doğrudan ilişkilidir.

Gerçek çözüm; kadını, erkeği, aileyi birer üretim makinesi gibi algılamaktan ve sorunu bir matematik problemi olarak görmekten geçmiyor.
Gerçek çözüm; insanların refah içinde yaşayabildiği, adaletin işlediği, eğitimin değerli olduğu, özgürlüklerin korunduğu bir ülke inşa etmekten geçiyor.

***

Evet, doğum oranları düşüyor. Türkiye'de de, Avrupa'da da, dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde de… Türkiye’de 2001’de 2.38 olan doğum oranı bugün 1.5’lara düşmüş.

Peki ama doğum oranlarının bu kadar düşmesine neden olan etmenler tam olarak neler?

Bu soruyu sormadan, sadece "hadi doğurun" demek, kuruyan bir toprağa su vermeden ağaç dikmek gibidir. Boşa emek…

Bugün neden gençler evlenmiyor? Evlenenler neden her geçen yıl daha yüksek oranlarda boşanıyor? Neden çocuk yapmaktan kaçıyorlar? Bunun tek sorumlusu “canları çocuk yapmak istemeyen” Z kuşağı mı?

Bu soruları samimiyetle sormadan, gerçek çözüme ulaşılamaz.

Bu soruları en çok da ülkeyi yirmi küsür yıldır yönetenlerin kendilerine sorması gerekmiyor mu?

Ekonominin doğru yönetilmesinden, adalet sisteminin doğru işletilmesinden, eğitim politikasının doğru şekillendirilmesinden, toplumsal huzurun korunmasından sorumlu olan ülke yöneticilerinin…!

***

Büyük savaşlar, krizler ve felaketler döneminde doğum oranları düşer. Çünkü insan, geleceğin karanlık olduğu bir dünyada yeni bir yaşam başlatmak istemez. Belirsizliğin, yoksulluğun, ölümün gölgesinde umut yeşermez.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, Kurtuluş Savaşı ve ondan önce Osmanlı’nın son döneminde yaşanan tüm savaşlar… Bu uzun, kesintisiz yıkım yıllarında tüm dünyada olduğu gibi bizim coğrafyamızda da adeta bir insan kırımı yaşandı.
Askeriyle siviliyle milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Mesele yalnızca ölümlerle sınırlı değildi. Erkeklerin cephelerde olması, buna bağlı olarak kadınların doğurganlık oranlarının dramatik biçimde gerilemesi… Yaşamın durma noktasına gelmesi…

Bugün, bu topraklarda (ve dünyanın pek çok ülkesinde) somut bir savaş yaşanmıyor olabilir belki ama görünmeyen bir cephedeyiz: Doğurganlık oranlarındaki keskin düşüş, toplumlara silahsız bir kırımı yaşatıyor.

Anadolu coğrafyasında Cumhuriyet kurulduğunda… Topraklar yeniden işlenmeye, fabrikalar çalışmaya, okullar açılmaya başladığında… İnsanlar geleceğe yeniden inandığında… Doğurganlık oranları da doğal olarak yükselmişti.

Çünkü güven, kalkınma ve istikrar; yalnız ekonomileri değil, doğacak çocukları da büyütür. Umut, en büyük doğurganlık iksiridir.

Bugün Anadolu’daki Türk nüfusu yaşlanıyor, evet. Yalnız bedenler değil, ruhlar da kuruyor; toprak gibi insan da verimsizleşiyor.

Peki, nasıl geldik buraya?

***

Bugün yalnız Türkiye değil, dünya yaşlanıyor. Küresel bir eğilim bu. İletişim çağında yaşıyoruz; sınırlar kalktı, kültürler birbirine karıştı. Teknoloji ve sosyal medya sayesinde, dünyanın her köşesindeki değişimleri anında gözlemliyoruz. Türkiye de bu küresel akışın dışında değil. Dolayısıyla, gençlerin değerleri, beklentileri ve hayata bakışları da artık sadece yerel koşullarla değil, küresel etkilerle de şekilleniyor.

Ancak mesele yalnızca küresel rüzgârların etkisiyle açıklanamaz. Çünkü asıl büyük fırtına, ülkenin kendi içinde kopuyor.

Ekonomik gerçekler, gençleri daha yolun başındayken boğuyor. Bir zamanlar bir ailede bir kişi çalışır, 5 kişiye bakardı. Bir maaşla yuva kurulur, ev alınır, aile birliği sağlanırdı. Bugün, genç bir çalışanın tüm maaşıyla yalnızca kira ödenebiliyor. İş güvencesi yok, istikrar yok, umut yok. Bu insanlar nasıl ev kuracak, nasıl evlenecek, nasıl çocuk büyütecek?

Kaldı ki doğan çocuklara ne kadar sahip çıkabiliyoruz?
Çocuklar yeterince beslenemiyor bile, ne nitelikli beslenmeye ne de nitelikli eğitime........

© Muhalif