Kasım üzerine: Dökülmenin ve hatırlamanın zamanı
Kasım, takvimin yalnız ayı. Rüzgâr, yaprağı dalından ayırırken aslında bize hatırlatır: Her kopuş, bir devam etme biçimidir.
Doğanın döngüsünde bir teslimiyet gibi görünen şey, aslında hazırlığın en dingin halidir. Çünkü yaprak düşerken ağaç ölmez; dinlenmeye ve yeniden doğmaya hazırlanır.
İnsanın sonbaharı da böyledir aslında. Dışarıdaki serinlik, içerideki kırılganlığı çağırır. Günler kısaldıkça, insan kendi içine doğru uzar; gürültüler azalır, gerçeklerle yüzleşmek kolaylaşır. Bazı düşüncelerin dökülmesi gerekir, bazı alışkanlıkların eskidiğini kabul etmek… Gençliğin aceleciliği hafifler, yüklerin anlamı değişir, zamanın azaldığını değil, değerinin arttığını fark eder insan. Kimi bağlar çözülür, kimi yüzler uzaklaşır, kimi sözler tamamlanır. Hayat, tıpkı mevsimler gibi, bir miktar eksilerek öğretir; insan kendi ömrünün döngüsünü de sessiz bir kabullenişle taşır artık.
Bu yüzden her Kasım, hem bir eksilme hem de bir derinleşme mevsimidir.
Cumhuriyet’in ilk günlerinden bugüne, Kasım hep bir hatırlama ayı olmuştur. Zamanın ağacı her yıl Kasım’da bir yaprağını bırakır toprağa. O yaprakların en ağırıdır Mustafa Kemal’in düşüşü. 10 Kasım, sadece bir vedanın tarihi değildir; bir milletin belleğinde yankılanan sessiz bir duruştur. Her yıl aynı saatte duran o an, aslında hâlâ sürmekte olan bir muhasebenin, hiç bitmeyen bir sorunun sesidir: “O ideallerin neresindeyiz?”
Atatürk, bir devri başlatan adamdır. Ölümü ise bize hiç bitmeyen o varoluşu hatırlatır. Düşüncesinde, inadında, kurduğu cumhuriyetin damarlarında sürüp giden o varoluşu…
Kasım’da Atatürk’ün ardından, diğer gidişler gelir akla sessizce. Sessizlik yayılır, başka adların, başka hikayelerin, başka izlerin........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein