menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İmamoğlu Meydanlarda (Cumhurbaşkanlığı Hevesinde), İstanbul Yad Ellerde! ve Suriye’de Alevi Katliamı

10 0
13.03.2025

Henüz seçim tarihi bile belli olmamışken, hatta henüz CHP’nin ön seçim dediği göstermelik eğilim yoklaması bile yapılmamışken, İmamoğlu Anadolu yollarına düşmüş, mitingler yapıyor, esip gürlüyor. Saldırgan bir üslupla konuşuyor, ürkütücü söylemlerle dikkat çekiyor. Bütün cephaneliğini ortaya koyuyor sanki…

Bu sırada Türk halkına ne vadediyor? Bağırıyor ama 85 milyonun bir arada yaşayabilmesi için, refah içinde kalabilmesi için ne öneriyor? Ne sunuyor?…

Yirmi küsür yıldır duymaktan sıkıldığımız toplumu ötekileştiren, sindiren lider dilinden aşağı kalır yanı yok. İmamoğlu, bu tavrıyla son derece tehditkar, hatta korkutucu. İmamoğlu'nun dar kadrosu içinde bile, bu tavra karşı çıkanların olduğu ve bu karşı çıkışın bedeli olarak söz konusu kişilerin partideki etkinliklerinin azaltıldığı, gözden düşürüldükleri konuşuluyor. Bu durum, parti içindeki mevcut çatlağı daha da açığa çıkarıyor ve İmamoğlu'nun liderlik tarzının partideki birlik üzerindeki etkisini sorgulatıyor.

Bu tarz, bir nevi ikinci bir Erdoğan'ı çağrıştırıyor. İnsanlar, "Erdoğan'ın anlayacağı dilden konuşuyor" diyor ama ülke için bu tarzın tekrarı gerçekten gerekli mi?

***

Tabii bu arada İmamoğlu'nun bu sert ve kendinden emin çıkışı, hemen onun “bir proje” olmasına bağlanıyor birileri tarafından.

Türkiye'de politik figürler sıklıkla "kimin projesi" oldukları üzerinden değerlendirilir. Bu, özellikle derin devlet ve uluslararası güçlerin bu topraklarda siyaseti şekillendirme geçmişiyle ilişkilidir.

İmamoğlu, herhangi bir “gücün” projesi olarak değil, şartların, konjunktürün ve alternatif yoksunluğunun ürünü olarak öne çıkmış bir isimdir. Belli oranda halk desteği ve uluslararası alanda, “Erdoğan’a rakip olabilirliği”nden gelen bir itibar ile dikkat çeker.

Erdoğan şimdi İmamoğlu’nu, FETÖ’cülükle itham ediyor ve puan topluyor. İmamoğlu’nun bu konuda verdiği sert karşılıklar ise sadece Erdoğan'ın seçmenini konsolide etmesine yardımcı oluyor. Çünkü genel olarak CHP, muhafazakar seçmenin FETÖ meselesini bakış açısını ve iktidarın bunu nasıl kullandığını bir türlü çözememiş durumda.

CHP, FETÖ’yü ağzına aldığında muhafazakar, sağ seçmen bunu sadece CHP’nin “din düşmanlığı” üzerinden okur ve algılar. Erdoğan FETÖ dediğinde ise Gülen cemaatini, Erdoğan’ın kurmaya çalıştığı “yüce” bir rejime, “kıymetli” bir toplumsal düzene karşı gelen aykırı grup olarak görürler.

İmamoğlu bu konuda saray rejiminin dilini kullanmaya başladığında yanlışa düşer. Bunun yerine FETÖ konusunda iktidara “FETÖ’yü siz yarattınız, kendi rejiminizi kurup korumak için yaptınız, aynı ekmeği yediniz ama sıra gücü paylaşmaya gelince, yapamadınız,” diyebilse tuzağa düşmemiş, kendi yolundan gitmiş olacak.

Gerçek liderlik, cesaret ve risk almayı gerektirir. İmamoğlu, bu konuda daha güçlü bir pozisyon almalı ve Erdoğan'ı stratejik bir zeminde yenebilmek için farklı, özgün bir dil ve yaklaşım geliştirmelidir.

Siyaset çoğu zaman bir liderlik meselesidir ve liderlik, karakter gerektirir. İnsanlar o karakter okumasını öyle ya da böyle yapar. İmamoğlu’nun, kendine özgü bir siyasi kimlik ve sağlam bir liderlik karakteri sergilemek yerine, genel kabul görmek adına popülist söylemlere başvurması, mavi boncuk dağıtması, uzun vadede hem CHP’nin, hem de kendisinin siyasi başarısını sınırlayacaktır.

İmamoğlu'nun siyasi mücadelesi, atletizmdeki "tavşan atlet" stratejisine benzetilebilir: Rakiplerinin rekor kırmasına yardımcı olmak için hızla koşan, yarış sonunda asla kazanan olamayan atletler gibi.

***

İmamoğlu'nun önünde birden fazla engel var; siyasi olarak yıpratılıyor, enerjisi tüketiliyor ve stratejik hamlelerle köşeye sıkıştırılıyor. Saray rejiminin önemli silahlarından biri olan yıpratma stratejisi, İmamoğlu'nun hırçınlaşmasına ve siyasi tansiyonun günbegün artmasına neden oluyor.

CHP’li belediyeler meselesi örneğin… Gözaltılar ve yolsuzluk iddiaları son hız devam ediyor. Parti yönetimi ve İmamoğlu da yüksek perdeden savunmada kalıyor.

Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı döneminde de bu tür vakalar, suçlamalar yaşanıyordu fakat Kılıçdaroğlu böylesi durumlarla karşılaştığında adaletin yerini bulması gerektiğini savunarak, suçlamaların yargıya taşınmasını destekliyor ve gerekli görüldüğünde partiden ihraç gibi ciddi disiplin işlemlerini uygulamaktan çekinmiyordu.

CHP’nin yeni yönetiminin ise her seferinde hiddetli bir savunma pozisyonuna geçmesi, belediye kapılarında direniş göstermeleri, bazı çevrelerce suçluluk psikolojisi olarak yorumlanıyor…

Beykoz’da, Beşiktaş’ta, Kartal’da, Ataşehir’de, Şişli’de, Esenyurt’ta CHP'li belediye yöneticileri ve muhalefet üyeleri tarafından yapıldığı iddia edilen yolsuzluk ve usulsüzlükler, partinin imajını derinden sarsıyor. Ayrıca bu tür iddialar AKP'li isimlerden değil, bizzat oralardaki başkan yardımcılarından, danışmanlardan veyahut da partililerden geliyor.

Bu süreç, CHP'nin kendi ilkeleri ve tarihiyle çelişen bir durum yaratıyor, akçeli, kirli işler CHP iklimine, rehasına, dokusuna hiç mi hiç yakışmıyor… Parti tabanında büyük rahatsızlık yaratıyor.

İktidarın belediyeleri “silkeleme” operasyonları devam ediyor. Zaten süreç en başından bu şekilde kurgulanmış gibi görünüyor. Alan adım adım “temizleniyor”, İmamoğlu’nun etrafı boşaltılıyor ve kaldırım taşları İBB’ye doğru döşeniyor. İmamoğlu dört bir koldan sarılmış durumda. Son trajik altın vuruş bekleniyor…

İmamoğlu siyasi yasakla karşı karşıya kalabilir. Ayrıca diploması iptal edilirse de cumhurbaşkanlığı adaylığı suya düşer.

***

CHP'nin 1.6-1.7 milyon üyesi olmasına rağmen, bu kitlenin örgütlü bir yapıda olmadığı açık. İmamoğlu'nun tek başına Erdoğan'ın karşısında esip gürlemesi, parti dinamikleri açısından yeterince desteklenmiş bir strateji olarak görülmüyor.

Siyaset, sadece liderlerden ibaret değildir; örgütlenme, program ve kadro gibi unsurlarla da desteklenmelidir ve örgüt de liderini sahiplenmelidir. CHP'nin bu kapsamlı ve örgütlü yapıyı harekete geçirmesi önemli ancak, parti yönetiminin örgütlü bir kitleyi harekete geçirebilme ve bu kitlenin enerjisini siyasi başarıya dönüştürebilme kabiliyeti pek yok.

Özgür Özel ve ekibi, 23 Mart’ta, Ekrem İmamoğlu hanesine yüzde 50’nin üzerinde oy yazdırabilmek adına tertipledikleri ön seçim tiyatrosu için seferberlik ilan etmiş durumdalar. Karşısında yarışacağı bir aday bile olmayan İmamoğlu için, referandum yapar gibi, parti üyelerinin en az yüzde 51’inin oyunu almaya kitlenmişler. Ön seçimi, kendi lehlerine sonuçlanacak bir çadır tiyatrosu gibi yönetmeyi planlıyorlar. Oylama, oy sayımı, denetleme süreçlerinin tamamını zaten kendileri yürütecek. Bir tür kendin çal, kendin söyle durumu…

PEKİ İSTANBUL?

İstanbul, sorunlar içinde yüzerken İmamoğlu kendini cumhurbaşkanlığı yarışına atıyor. Peki seçimlere daha 3 yıl varken İstanbul kime emanet ediliyor?

İmamoğlu’nun mitinglerdeki saldırgan tutumu ve mağduriyet vurgusu, aslında kentin yönetimi ile ilgili başarısızlıklarını örtbas etme çabası olarak da okunuyor.

İstanbul’un altyapı ihtiyaçları…. Yürümeyen metro merdivenleri…

Kapımızın önündeki olası istanbul deprem tehdidi… imar adaletsizlikleri… İmamoğlu’nun personeli haline getirilen CHP örgütleri… (personelliği kabul etmeyen bir avuç CHP teşkilatları ise cesaretlerinden ve dik duruşlarından dolayı kutlanmayı hak ediyor)

40 liraya yemek satılan kent lokantaları tüm bu sorunların varlığını ortadan kaldırmaya yetmiyor ne yazık ki. Önceki AKP’li belediye İstanbul’da yaklaşık 2 milyon kişiye karşılıksız yemek dağıtıyordu. O gitti, yerine kent lokantaları mı geldi… Hak etmediği kadar köpürtülen kent lokantaları… Gerçekten hak eden kent yoksullarına bedelsiz vermek duruken üstelik… Emekliler, öğrenciler duruken… Böylesi yalnızca gösteriş oluyor işte…

Kent lokantalarıyla ilgili Ticaret Bakanlığı'nın soruşturma açması, aslında........

© Muhalif