menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Görmenin ve anlamın göreceli olduğu bir dünyada hakikati kim belirler?

12 1
previous day

Batı felsefesi binlerce yıldır görmeyi yüceltir. Duyular arasında en "akıllı", en "ruha yakın" olan hep görme sayılmıştır. Platon, Timaios’ta, “Görüşümüz gerçekten de bize en büyük yararı sağlamıştır,” der. Çünkü ona göre göz, zihnin kapısıdır; ruhun dışarıyı yokladığı bir uzantı.
İngilizce'de “I see” denir örneğin. Yani “Görüyorum.” Ama kastedilen çoğu zaman “Anlıyorum”dur. Çünkü zihnimiz, görmeyi anlamayla eşitler; sanki göz, yalnızca ışığı değil, hakikatin kendisini de içine çeker. Bakarız ve anladığımızı sanırız.
Oysa çoğu zaman sadece bakmış oluruz, kurgulanmış, çerçevelenmiş, seçilmiş bir gerçeğe.
Göz, gördüğünü teslim eder, fakat anlam, zihnin önceden kurduğu dünyada biçimlenir.
Görmenin doğrudan bir bilgi kaynağı olduğu inancı, modern çağın en büyük ve en tehlikeli yanılgılarından biridir.
Bugün artık yalnızca bakmıyoruz; maruz kalıyoruz. Her gün yüzlerce görselin, imgenin, çerçevelenmiş gerçekliğin içine düşüyoruz: Reklamlar, Instagram filtreleri, politik görseller, TikTok videoları, haber başlıkları, infografikler, kamera kayıtları… Görmek; artık sadece bir algılama biçimi değil. Görmek, aynı zamanda kanaat oluşturmak, karar vermek, hüküm vermek, hatta bazen infaz etmek…
Bahsettiğimiz bu görsel tahakküm çağını, Heidegger henüz 20. yüzyılın ortalarında sezmişti. “Artık dünyayı, bir imge olarak kavrıyoruz,” derken (The Age of the World Picture), yalnızca estetik bir dönüşü değil, varlığın bizzat temsile indirgenmesini kast ediyordu. Yani dünya artık olduğu gibi değil; bize gösterildiği, çerçevelendiği, sunulduğu biçimiyle vardı…
Bugün bu saptama, neredeyse ürkütücü bir doğrulukla gerçek oldu.
İmgeler artık yalnızca hayatı değil; kültürleri biçimlendiriyor, ideolojileri şekillendiriyor, siyasi hakikatleri inşa ediyor. Bir olayın görsel temsili çoğu zaman, o olayın kendisinden daha etkili. İmgeler yalnızca göstermiyor; aynı zamanda yönlendiriyor.
Biz ise tüm bu görüntüler selinde, kendimize şu soruyu sormadan yaşamaya devam ediyoruz: Gerçekten mi görüyoruz, yoksa yalnızca bizim için çoktan görülüp paketlenmiş olanı mı izliyoruz?
Asıl sorun ise şu: Bize gösterileni ancak, zaten görmek istediğimiz şeye benzettiğimizde kabul ediyoruz. Görsel gerçeklik, dışarıdan sunulmuş bir çerçeveyle, içeride çoktan kurulmuş bir inancın kesişiminde ortaya çıkıyor…

Ne gördüğümüz değil,........

© Muhalif