menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

CHP 21. Olağanüstü, “İrade Milletindir” Kurultayı: Çoğulculuğun Tek Sesi

11 3
10.04.2025

Bir önceki yazımın başlığında yer alan “Artık Hepimiz İmamoğlu’yuz” ifadesi, bazılarınca yanlış anlaşılmış; bu nedenle bir açıklamayı borç biliyorum.

O söz, kişisel bir kanaatin değil, Saraçhane’de, Maltepe’de adalet, özgürlük ve eşitlik talebiyle toplanan binlerce insanın, aslında İmamoğlu’nun çok ötesine geçen, hatta pek çoğu için belki de İmamoğlu ile ilgisi bile olmayan duygusunun ifadesiydi. Elbette ben, siyaseti yalnızca isimler üzerinden değil, ilkeler ve tutarlılık üzerinden okuyan bir yerden bakıyorum. Bu nedenle duyguya sahip çıkarken, eleştirel mesafeyi korumayı da önemsiyorum. Başlığa taşıdığım ses, meydanlara dökülen, anayasal protesto haklarını kullandıkları için günlerdir haksız yere içeride olan o gençlerin, o insanların sesiydi.

O söz, düz anlamının çok ötesinde, binlerce insanın ortaklaştığı sembolik bir mesajdı. O gün orada dile gelen “İmamoğlu olmak”, tek bir kişiye değil; bir haksızlığa karşı durmanın, adalet talebinde buluşmanın ifadesiydi. Bu yüzden o cümleyi, sözlük anlamına hapsedip orada bırakmak, yanlış anlamak olacaktır. O meydanları dolduran ruhu duyulur kılmak istedim sadece, o kadar.

“Hepimiz İmamoğlu’yuz” sözü, bir hak talebinin sembolüdür; ama bu sembol, sorgulamanın önüne perde çekmemeli. Bugün, “Erdoğan’ın dişine göre” diyerek desteklenen bir siyasetçinin, sadece rakibine benzediği için meşrulaştırılması, sakatlanmış bir aklın ürünüdür.

Doğru yerde durmanın, onurlu mücadele vermenin, erdemli kalmanın ölçüsü; yalnızca kazanmaya ya da kaybetmeye değil, nasıl kazanıldığına veya nasıl kaybedildiğine de bakmaktır. Cumhuriyet değerlerini sahiplenmek, onları hatırlamak değil; onlara halel getirmemektir. Atatürk’ü ya da çağdaşlık iddiasını, şahsi hataların perdesi haline getirmek, o değerlerin ruhuna aykırıdır… Biz hala bu görüşteyiz.

Tarih, yalnızca olanı değil, olması gerekeni de yazar.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 21. olağanüstü kurultayı, "olağanüstü" değil; adeta "olağandışı" bir ruh haliyle gerçekleşti.

Listeler çarşaf olarak sunulduysa da, blok bir eğilim sahaya yansıdı. Delegeler, Özgür Özel’in önerdiği listeyi fire vermeden onayladı; parti meclisinde adeta tulum çıkardı. Bu tablo, partideki farklı seslerin ne denli geri çekildiği üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Eleştirel duruşlara, alternatif fikirlere ne oldu? Çarşaf liste tekniği, uygulamada blok bir sonuca evrildiğinde, soru sormak da kaçınılmaz olur: Gerçek birlik, çeşitliliğin yokluğu mudur, yoksa onunla birlikte var olabilme becerisi mi?

***

21. Olağanüstü CHP Kurultayı yalnızca sonuçlarıyla değil, şekliyle de uzun süre tartışılacak bir atmosferde gerçekleşti. Çünkü mesele sadece kimin kazandığı değil, hangi seslerin susturulduğu, hangilerinin hiç duyulmasına izin verilmediğidir.

Berhan Şimşek’in başkanlık adaylığı girişimi tam da bu bağlamda anlamlıydı. Kurultay sabahı 90'ı aşkın imza toplamasına rağmen, divana teslimde beş dakikalık bir gecikme gerekçesiyle başvurusu kabul edilmedi. Oysa geçmiş kurultaylarda, dört-beş saatlik gecikmelerin bile tolere edildiği örnekler vardı. Beş dakika için bu kadar katı davranılması, sadece bir usul meselesiyle açıklanamaz. Burada asıl niyetin, Şimşek’in çıkıp kürsüden konuşmasını, salona aykırı bir ses taşımasını önlemek olduğu çok açıktı. Konuşması engellenerek kurultay salonuna alınmaması, CHP’nin tarihinde rastlamaya alışık olmadığımız bir “daralma” haliydi. Farklı seslere açılmak yerine onları susturmak, muhalefetin kendi içinde, iktidarın diline öykünmesidir; benzerini eleştirip, benzeşmeye başlayan bir siyasal körleşme!

Aynı psikoloji, Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal’ın son anda adaylıktan çekilmesinde de kendini gösterdi. Geri çekilmenin ardındaki asıl neden açıktı: Bir dahaki dönemde önünün kesileceği, aday gösterilmeyeceği korkusu… Ya da belki daha doğru bir ifadeyle, sessizliğin bir tür güvenlik garantisine dönüştüğü bir iklimde, konuşmanın bedelini göze alamamak… Bu korku, yalnızca bir kişinin değil, sessiz kalmayı seçen birçok partilinin de ortak duygusu haline gelmiş durumda. CHP’de son dönemde muhalif duruş sergilemek, riskli bir alana dönüşmüş görünüyor. Birçok isim, güce yanaşmayı tercih ederken, o gücün dışında kalanlar sessizleştiriliyor ya da görmezden geliniyor. Parti içindeki muhalefet giderek cılızlaşıyor, sesi kısılıyor.

Sonuçta parti içi muhalefet, bu kurultaya parçalı ve dağınık bir yapıyla geldi ve bu durum da aslında kurultayın tek bir iradenin kontrolünde ilerlemesini kolaylaştırdı. Ama bu kolaylık, parti içi demokrasinin alanını daralttı.

Oysa söz konusu olan bir sol parti, bir özgürlük iddiası taşıyan yapıysa; içeride gösterilen bu katı refleksler dışarıda nasıl savunulabilir? Hukuk, demokrasi ve çoğulculuk vaadiyle yola çıkan bir partinin, kendi içinde farklı seslere bu derece mesafeli olması, yalnızca iç işleyiş sorunu değil, aynı zamanda toplumsal güven sorunu yaratır. Biat kültürünün kurumsallaştığı yerden, ilerici bir siyasal gelecek filizlenemez. Sadece eğilenlerin ayakta kalabildiği, dik durmanın değil, susmanın ödüllendirildiği bir çağ, bu ülkeye ne nefes olur, ne de umut.

Kurultayla ilgili bir diğer dikkat çekici durum ise Gökhan Zeybek’in pozisyonuydu. Önceki kurultayda Parti Meclisi’ne en yüksek oyla giren Zeybek, bu kez neredeyse 45-50. sıralarda yer bulabildi. Kılıçdaroğlu hakkında “kayyum olarak atanırsa yüzüne tükürürler” şeklindeki sözleri, hem siyaseten........

© Muhalif