menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

30 Haziran; CHP’yi Kıran Kurultayın Hesap Günü

14 20
26.06.2025

30 Haziran’da bir karar verecek mahkeme ya da kararı erteleyerek belirsizliği büyütecek. Ama ne olursa olsun, o duruşma günü sadece bir yargı sürecini değil, aynı zamanda CHP’nin kaderini de masaya yatıracak. Çünkü söz konusu olan yalnızca bir kurultayın iptali değil; bir siyaset anlayışının, bir yapı biçiminin, bir ilişki sisteminin yargılanmasıdır aslında.

Türkiye’de, dünyanın diğer pek çok ülkesinde olduğu gibi, siyaset, sadece fikirle değil, finansla yapılır. Herkesin bildiği ama pek de yüksek sesle dile getirmediği bir gerçektir bu. Ama bizde bu gerçek, en çok yerel yönetimlerin kapısında yankılanır. Çünkü belediyeler, siyasetin hem kasası hem laboratuvarı, hem de demokrasinin ilk adımıdır. Bütçeleri, ihaleleri, personel alımları, bağışları, taşınmaz satışları, hizmet alımları, imar izinleri, imar düzenlemeleri, rant alanları… Liste uzun, kullanılabilir işlev çoktur. Ne var ki bu işlevlerin çoğu, kamu yararına değil, kişilere, çıkarlara ve siyasal kurgulara hizmet eder hale gelmiştir.

CHP’nin 2019’daki yerel seçim başarısı, sadece bir sandık zaferi değil; aynı zamanda bir imkanlar zaferiydi. Kazanılan belediyeler, halk için değil, siyasetin kendisi için fırsat alanlarına dönüştü. Bugün partiyi yöneten birçok ismin siyasi geleceği o belediyelerin kaynaklarıyla şekillendi. Zira Türkiye'de belediyecilik, yalnızca kaldırım döşeme işi değil; aynı zamanda kader çizme sanatıdır. Kimin önünün açılacağına, kimin dışlanacağına, kimlerin yükseleceğine orada karar verilir.

Peki bu güç, nasıl kullanılıyor? Eş, dost, akraba, ekip arkadaşları... Aynı çemberin içinden, aynı isimler dönüp dolaşıyor. Dışarıdan kimse alınmıyor. İçeridekiler de sistemi sorgulamıyor. Çünkü beytülmala el koymuş gibi bir konfor alanı yaratılmış durumda. Oraya erişenler, o kaynağı bir hak gibi görmeye başlıyor. Bu konfor, zamanla bir siyasal refleks değil, kişisel bir alışkanlık haline geliyor.

***

Bu yapının aktörleri, yalnızca belediyeciler de değil, il başkanları ve aşağıdan yukarıya “zıplamak isteyen” diğer herkes… En büyük hedefler ortak: Meclis. Emeklilik hakkı kazanmak, ömür boyu maaşa bağlanmak ve “yan gelip yatmak.” Ne acıdır ki, Türkiye’de siyasetin özeti büyük oranda bu cümleyle yapılabilir: Bir dönüm bostan, yan gel yat Osman.

Peki, bu tarif edilen koşullar içinde özgür iradeden gerçekten söz edilebilir mi? Karar veren kimdir? Kendi inancı, kendi vicdanı, kendi aklıyla hareket eden mi, yoksa geçim ve gelecek kaygısının, sadakat borcunun ve terfi beklentisinin içinde boğulmuş olan mı? Bugün özellikle muhalefet partisinin birçok kademesinde alınan kararlar, kişisel ekonomik gelecek ile siyasal sadakat arasındaki dar bir koridorda sıkışmış durumda. Bu koridorda özgürlük değil, mecburiyet konuşur.

İnsan ancak korkmadığında özgürdür. Kendisini riske atabildiğinde, doğruyu söyleyebildiğinde, konforunu terk ettiğinde… Oysa siyasetin mevcut yapısında, irade çoğunlukla bir tercih değil; bir teslimiyet biçimidir. Ekonomik bağımlılık, ahlaki bağımsızlığın önüne geçmiştir.

Gerçek siyaset, işte bu zincirin kırıldığı yerde başlar. Ne zaman ki iktidar, kişisel çıkardan daha büyük bir değer haline gelir; ne zaman ki çıkar değil, ilke esas olur, işte o zaman, adına siyaset denebilecek bir şeyden söz etmeye başlayabiliriz.

Ama biz henüz o eşiğe gelmiş değiliz. Belki de en büyük siyasal açığımız, ahlaki bir çoğunluk oluşturamamış olmamızdır.

Bizde seçimi kazanan kişiler değil; partidir ve liderdir. Toplum sandıkta politikacılara değil, genel başkana ve/veya partinin ismine oy verir. Bir parti destekleniyorsa onun gölgesindeki adayın ceketini koysanız kazanır. Kişilerin bireysel özellikleri, başarıları, deneyimleri değil partinin ve liderin enerjisi, karakteri, kimyası belirleyici olur.
Siyaset, kişilere değil; karizmaya, hikâyeye ve güvene endeksli işler.

Menderes’ten Ecevit’e, Süleyman Demirel’e, Özal’dan Erbakan’a, Türkeş’e, Mesut Yılmaz’a, Tansu Çiller’e, Erdal İnönü’ye, Murat Karayalçın’a, Erdoğan’a, Baykal’dan Kılıçdaroğlu’na ve bugün Özgür Özel’e…
Hep aynı gerçek: Toplum ya partiye ya da onun vitrinindeki isme yöneliyor. Seçim yaparken bundan daha fazla bireyselleşemiyor. O ismin taşıyabildiği kadar büyüyor ya da küçülüyor her şey.

İtirafların Gölgesinde…

Ekrem İmamoğlu’yla ilgili her gün yeni bir iddia, yeni bir kirli ilişki ağı ortaya saçılıyor. Üstelik bu kez yalnızca karşıtlar değil, birlikte yol yürüdükleri konuşuyor. Bir zamanlar onunla omuz omuza çalışanlar şimdi tek tek “etkin pişmanlık” diliyle itiraflarda bulunuyor.

Beylikdüzü Belediyesi’nden İstanbul Büyükşehir........

© Muhalif