menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sanatla Terapi: Sahte ışıklardan gerçek şifaya

13 0
24.08.2025

“Sanatla terapi bu ara çok moda oldu. Fakat bunu gerçek anlamda yapan biri var mı? Varsa kim? Merak ediyorum. Yapan kişiler terapistse sanat eğitimi almış olması gerekmez mi? Tam donanımlı olmalı. Ya da sanat eğitimi almış bir kişinin kişisel gelişimde alacağı eğitim, sertifika düzeyinin ötesinde olmalı. Sosyal medyada karşıma çok çıkıyor: ‘sertifikalı 10 dersle sanatla terapi’. Bir tanesine kayıt yaptırıp dinledim; o kadar yüzeysel ve boştu ki… Sahteydi. Ama insanlar bu sahteliği gerçek zannediyor. Sonra da o sertifikalarla şifacı olduklarını iddia ediyorlar. İşte ben şimdi size biraz sanatla terapi nasıl yapılmalı onu anlatayım.”

Sanatla terapi dediğimiz şey öyle “boya yap, rahatla” basitliğinde değildir. Onu gerçek anlamda yapmak, hem insan psikolojisini bilmek hem de sanatın diline hâkim olmayı gerektirir. Çünkü sanat, bilinçaltının görünür hale gelmesidir. Bir insanın tuvalde seçtiği renk, fırça darbesi, hatta boş bıraktığı alan bile iç dünyasından bir iz taşır. Tarihsel kökenine indiğimizdeyse, Sanatın şifacı gücü insanlık tarihi kadar eskidir. Antik Yunan’da tiyatro oyunları “katharsis” yani ruhsal arınma amacı taşırdı. Orta Çağ’da ilahiler ve ikonalar, ruhun tedavisinde kullanılırdı. Osmanlı’da musiki ve Mevlevi sema ayinleri, insanı dinginleştiren bir manevi terapiydi.

Antik Yunan’da nasıl olurdu önce onu konuşalım;

Katharsis kelimesi Yunanca kathairein (arınmak, temizlemek) fiilinden gelir. Hem fiziksel temizlik hem de ruhsal arınma anlamı taşır. Tıpta bedendeki zararlı sıvıların atılması, dinde günahlardan arınma, sanatta ise duygusal boşalma demektir. Antik Yunan’da tiyatronun işlevi yalnızca eğlendirmek değildi; ruhu arındırmak, insanı kendiyle yüzleştirmekti. Bu yüzden “katharsis” kavramı ortaya çıktı. Yunanca “arınma, temizlenme” anlamına gelen katharsis, Aristoteles’in Poetika’sında en çok açımlanan fikirlerden biri oldu. Ona göre tragedya, seyircide acıma ve korku duygularını uyandırarak içsel bir boşalmaya yol açar. İnsan sahnedeki kahramanın trajedisini izlerken, kendi içindeki kaygılarla, bastırılmış korkularla yüzleşir. Güvenli bir mesafeden başkasının acısını seyreder, ama o acıda kendi yarasını bulur. Ve oyun bittiğinde hafiflemiş, arınmış, dinginleşmiş olarak tiyatrodan çıkar.Bu deneyim yalnız bireysel değil, toplumsaldı da. Açık hava tiyatrolarında binlerce kişi aynı anda aynı hikâyeyi izliyor, aynı duygularla sarsılıyor, birlikte arınıyordu. Bir tragedya, kibrin, hırsın, ihanetten doğan felaketlerin insana nasıl bedeller ödettiğini gösteriyor; seyirci hem ahlaki ders çıkarıyor hem de kendi ruhunu temizliyordu. Katharsis böylece bir tür toplumsal terapiye dönüşüyordu.Bugün bir filmde ağladığımızda, bir konserde gözlerimiz dolduğunda ya da bir resmin önünde kalbimiz sıkıştığında aslında hâlâ o katharsis deneyimini yaşıyoruz. Antik Yunan’dan günümüze değişen sahne dekorları, ışıklar, teknikler oldu belki, ama insanın arınma ihtiyacı hiç değişmedi. Sanatın şifacı gücü de burada gizli: Bize hem kendi yaralarımızı gösteriyor, hem de o yaraları paylaşmanın hafifliğini. Katarsis programının bununla alakası pek yoktur isim alıntısıdır sadece. Sapla samanı karıştırmayalım ;)

Yüzyıllar sonra Osmanlı’da da benzer bir anlayış başka bir formda karşımıza çıktı. Bu kez sahnede........

© Muhalif