menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Basmakalıplaşmak

13 1
19.10.2025

2023 yılında birçok arkadaşımla beraber, gençlerin siyasal temsilini artırma gayesiyle kurduğumuz Biz Topluluğu’nda, yaklaşan genel seçimler öncesinde muhalif siyasilere gençliğin endişelerini aktarabilmek için çeşitli konular hakkında raporlar yazdık ve bunların çok büyük bir kısmını paylaşabilme fırsatı bulduk. O dönem yaşadıklarımızdan mesai yaptığım arkadaşlarımla beraber olumlu olumsuz birçok ders çıkardık ve sanıyorum çıkarmaya da devam ediyoruz.

Söz konusu dönem içerisinde -aleyhimize olabileceğini öngörmemize rağmen- görüştüğümüz bütün siyasilerle paylaşmaktan çekinmediğimiz bir rapor çalışması vardı. Topluluğumuzun İnsan Hakları, Demokrasi ve Adalet Komisyonu’nun bünyesinde çıkan “Parti İçi Demokrasi Raporu”. Raporun giriş ve sonuç kısmını yine Muhalif’te köşe yazarlığı yapan arkadaşım Canboray hazırlamış, önerilerini konunun meraklılarıyla gerçekleştirdiğimiz bir çevrim içi toplantıda hep beraber, konuyu bütün tarihselliğiyle tartışarak yazmıştık.

O dönem yaptığımız çalışmaları tekrardan kurcalarken önüme düşen bu rapor, fark ediyorum da üzerinden geçen iki buçuk yıllık yaşanmışlığın ardından gözümdeki değerini daha da artırmış. Özellikle yine Canboray’ın giriş kısmında yazdığı bir paragraf var ki tarifine katılmadan edemiyorum:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kolektif hafızasında gömülü siyasi kültüründe kapıkulluğu olgusunun ve ittihatçılığın baskın öğeler olarak göründüğü de açıklanmalıdır. Meşruiyetini kandan ve dinden alan patrimonyal bir otoritenin ekseninde kurumsallaşan bir devletten, dar elitinin çözülüşü önlemek maksadıyla uygarlaştırmaya çalıştığı ve bunu militarist düsturla yaptığı bir devlete, ardından da tüm bu çabalara karşın yeni bir devleti yine militarist düsturla yeni devleti inşa eden bir kurucu kadronun varlığı çizgisel olarak önemlidir. -Bu sözcükler eleştiri ya da tenkit için seçilmemiştir, tarifin belirginleşmesi için seçilmiştir.- Bu dönüşümle beraber önce kapıkulluğu daha sonra da ittihatçılık kolektif hafızada siyasi kültürün baskın öğeleri olarak yerini almıştır. Bu siyasi kültürün değişerek de olsa yaşıyor olduğunu düşünmekteyiz.”

Yaptığım alıntıyla raporun bütünü hakkında bir merak oluşturabilmeyi başarabildiysem eğer, on dört sayfalık bu rapor, o dönem paylaşılmasını uygun bulduğumuz bütün diğer çalışmalarımızla beraber topluluğun internet sitesinde yer alıyor. Ancak elbette bu yazının kalanı, iki yıl önce yazılmış bir raporun yeniden değerlendirilmesinden ibaret olmayacak. Daha ziyade Canboray’ın o günlerde “kapıkulluğu” olarak kavramsallaştırdığı bu olguyu; yakın siyasi tarihimizin önemli dönemeçlerini kişisel tanıklığıyla kaleme alan aydınlarımızdan yaptığım alıntıları derleyerek bugüne ulaşmaya çalışacağım.

Falih Rıfkı, Zeytindağı’nda Birinci Dünya Savaşı esnasında “İttihatçılık” kavramından ne anlaşılması gerektiğini şu sözlerle açıklamıştı:

“… Gerçekte İttihat ve Terakki birkaç başın etrafında birkaç kola ayrılmıştı.

Büyük Harp'te herhangi bir kimse için:

Hükmü doğru ve pek yerinde olmazdı. İttihatçı demek, partinin anonim ve silik unsuru demektir. O zamanlar insanın üzerine yapışan damga "adam" sözü idi. Cemal Paşa'nın adamı, Enver Paşa'nın adamı, Talat Paşa'nın adamı… Kendi kendinin adamı kimdi bilmiyorum.

Her adamın da kendi adamı vardı. Gruplar büyüdüğü zaman artık Enver Paşa takımı, Talat Paşa takımı, Cemal Paşa takımı demek doğru olurdu. “

Falih Rıfkı, savaş sonrası dönemde kendisinin de birinin “adamı” olduğu yakıştırmasına kurban edilmeye çalışıldığını anlatır.

“İttihat ve Terakki şeflerinden birkaçına beni fikirleri yaklaştırır, adamları uzaklaştırırdı. Ve en nefret ettiğim şey bu iken, mütareke senelerinde üstümde yalnız bir tek damga vardı; Cemal Paşa'nın adamı!”

Falih Rıfkı’nın Zeytindağı’nda ele aldığı birinin “adamı olma” hali, yakın tarihimizin sadece belirli bir dönemi içerisinde sıkıştırabileceğimiz bir davranış kalıbı değil. Hatta Osmanlı’nın bir “imparatorluk” kimliği etrafında teşkilatlanmaya başladığı dönemlerden başlayarak, saray ve bürokrasi içerisindeki siyasi nüfuz mücadelelerinin dar elit kümelenmeler arasında yaşandığını söyleyebiliriz.

Peki yakın siyasi tarihimizde etkisini ciddi oranda hissettiğimiz “kapıkulluğu” veya “cılıklaşma” veya “dar kadrolaşma” olguları, Cumhuriyet’in ilk yıllarını nasıl etkilemiş olabilir? Ayrıca söz konusu olguların bir tezahürü olarak bugün partiler içerisindeki dar kadrolarıyla kökleşmiş ve kümelenmiş siyasal elitler, çıkarlarını koruma odaklı davranış kalıplarıyla........

© Muhalif