ÂYET-EL KÜRSÎ/KUDRET TAHTI
Bakara Sûresi, 286 âyetle Kur’ân’ın en uzun sûresidir ve aynı zamanda resmî sıralamada ilk başta yer almaktadır. Medenî sûreler kategorisi içinde bulunan bu sûre içerik olarak Kur’ân vahyinin temel amaçları doğrultusunda insâna rehberlik yapmakta, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olmanın gereğini sürekli vurgulamakta ve bunun yanı sıra geçmiş vahiylerin mensuplarının, özellikle de İsrailoğulları’nın işlemiş oldukları cürümlere de sık sık atıflarda bulunmaktadır. Bu sûrenin 255. âyeti “Âyet-el Kürsî” olarak isimlendirilmiştir ve Hz. Peygamber’in ifâdesiyle “Kur’ân âyetlerinin efendisi” olarak tanımlanmıştır. Şüphesiz bu tanımlamanın özünde bu âyetin Allah’ın birçok isim ve sıfatlarını kendinde toplaması ve Allah’ın tarifsiz kudretinin/hâkimiyetin/ilminin ihtişamını göstermesi yer almaktadır. Bu nedenle “Ayet-el Kürsî”; üzerinde çok durulan, faziletleri çok zikredilen ve çok okunan sûrelerden birisi olmuştur.
“Ayet-el Kürsî”nin bir başka özelliği de bu âyetin koruyucu ve şifa verici âyetler grubu içerisinde bulunmasıdır. Hz. Ali’den gelen bir rivâyette Bedir Savaşı süresince Hz. Peygamber’in sadece bu âyeti okuyarak Allah’a duâ ettiği söylenmiştir. Yine bazı rivâyetlere göre bu âyet içerisinde “İsm-i Âzam”ın yâni Allah’ın en büyük isminin bulunduğu vurgulanmış ama bu ismin hangisi olduğu bildirilmemiştir. Bu bilgi “İsm-i Âzam” konusunu çözmemiz açısından önemlidir ve bunun için de âyetin tamamını tefsir etmemizi zorunlu kılmaktadır. Âyetin tefsirine başlamadan önce bu âyete ismini veren “Kürsi” ifâdesinin ne anlama geldiği üzerinde biraz durmamız gerekmektedir.
Kürsî; sözlük anlamıyla “sandalye, koltuk, taht” gibi üzerine oturulan eşyaya verilen isimdir. Şüphesiz bu maddî/zahîri anlamın Allah’ın Kürsî’si ifâdesi ile örtüşen bir yönü bulunmamaktadır. Âyetin içeriğini/bütününü göz önüne alıp düşündüğümüzde bu ifâdenin Allah’ın varlık üzerindeki Rubûbiyet ’inin işleyişini gösteren mecâzî bir simgeye işâret ettiğini söylememiz mümkündür. Bu nedenle Kürsî; Allah’ın insân idrâkini aşan “kudretine, kuvvetine, azametine, ilmine, otoritesine, hakîmiyetine, kuşatıcılığına” karşılık gelmektedir. Buradan hareket ederek Kürsî’yi “Semâları ve arzı kapsayan hükümranlık ve tasarruf gücü” olarak da tanımlayabiliriz. Zaten Kürsî’nin bu büyüklüğü ve genişliği Hz. Peygamber tarafından şu örnekle anlatılmıştır: “Yedi gök ve yedi yer, kürsîye nispetle uçsuz bucaksız bir çöle atılmış bir halka gibidir.”
Âyetin ilk cümlesi şöyle başlamaktadır: “Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. O diridir, hayatın ve varlığın kaynağı ve dayanağıdır.”[1] Anlaşılıyor ki; bu cümlede önce Allah ismine vurgu yapılmakta ve sonra O’nun “Hüviyyet”ine yâni “Hû” oluşuna dikkat çekilmektedir. Arkasından da “Lâ ilâhe illâ Hû” denilerek âlemde O’nun hüviyetinden başka hiçbir ilâh olmadığı, görünen bu âlemin/eşyânın ancak bir “a’râz”[2] olduğu ve bu çokluğun/kesretin/sıfatların arkasında “eşyâdan bağımsız” yalnızca Allah’ın “Hüviyyet”inin[3] bulunduğu idrâkimize sunulmaktadır.
Şu bir gerçektir ki; varlık bilgisi[4] açısından baktığımızda Ahadiyyet Mertebesi’ndeki Hakk’ın bâtınî ve zâhirî olmak üzere biribirine........
© Mir'at Haber
