MUHABBET ZOR ZANAATMIŞ, LAİKLİK YIPRATILMAMALIYMIŞ
“Fikir Coğrafyası”nda dolaşırken, son zamanlarda tanıştığım ve ilk görüşte sevecen tavırlarıyla beğendiğim İlahiyatçı, Fıkıh Dr. Öğretim üyesi bir arkadaşımızın “Muhabbet Zor Zanaat!” adlı yazısıyla karşılaştım ve okumaya başladım. Aman Allah’ım! Okudukça şoka girme katsayım tavan yaptı. Zamanında İslam, İlim ve Sanat, Vahdet, Bu Meydan, Yeni Şafak, Gerçek Hayat gibi gazete ve dergilerde yazmış birinin savrularak bu hale gelmesi sizi üzüyor. Gerçi “Mustafa İslamoğlu da oralarda yazmıştı, şimdi zındıklar sürüsüne katıldı” diyebilirsiniz. Onun için bir insanın “Ne olduğu”na değil “Ne olacağı”na bakmak lazım. Karar gazetesinin tetikçilerinden ve “Tayyip’ten inhiraf edeyim derken Tarik-i Haktan da inhiraf eden” Ahmet Taşgetiren de aynı yazının bir kısmını 24 Ağustos 2025 tarihli köşesinde alıntılayarak akademisyen yazarın goygoyculuğunu yapmıştır.
İlahiyatçı Dr. Akademisyenimiz, Yunus Emre’nin; “Ben gelmedim dava için, gönüller yapmaya geldim” beytinden sonra Âşık Seyrani’den de alıntılar yaparak şu sonuca varmış: “Medeniyetimiz merhamet üzerine kurulmuştur ve en âlâ maksadımız ise muhabbettir. Muhabbet zor zanaat, her zaman müyesser olmaz. Kimi zaman alıcısı bulunmaz, kimi zaman vakit kıttır ya da yer dardır.”
Evet, biz merhamet medeniyetindeniz. Leylekler için bile vakıflar kurmuşuz. Ama yine bizim medeniyetimizde, duruma göre; “Merhametten maraz doğar”, “Acırsan, acınacak hale düşersin” de denmiş. Şu anda kadın, çocuk, sivil demeden katleden, bütün Gazze’yi harabeye çeviren yahudiye nasıl merhamet duyalım? Sen merhamet edebiyatı yaparken İslam düşmanları dünyadan, bizim laikler de Türkiye’den, İslam’ın kökünü kazımak istemektedirler. Onlar, “Cambaza bak cambaza” taktiği ile işi götürürken, bizleri de “Merhamet” edebiyatı yaptırarak uyuşturuyorlar. Zamanında Fetö de “hoşgörü” edebiyatı yaparak kadrolaşırken, kendilerinden başkasını hoş görmeyen bu güruh, 15 Temmuz 2016’da, 250 kişinin canına kıydı ve yüzlercesini de sakat bıraktı. Onlara fazla merhamet edildi ve sonunda maraz olarak bize döndü.
Bizim Peygamberimiz “Hem rahmet, hem de kılıç peygamberidir.” Merhametini görüp de kılıcını görmemek, ya da bunun tam tersi olarak kılıcını görüp de merhametini görmemek, İslam’ı işimize geldiği şekliyle ideolojileştirmek demektir.
Sonra “Diyanet ve Siyaset” başlığı altında, Diyanet’in kuruluş kanununa atıfta bulunarak, vazifesinin sadece inanç ve ibadetlere taalluk eden hükümleri ve meseleleri sevk ve idare etmek ve din hizmetlerini yürütmek olduğunu belirtmesinin ardından, Diyanetin görev tanımı dışına çıkmasını “Fuzûlî işğal” olarak nitelemiş. Vazifesinin “Kadılık” değil “Tebliğ” olduğunu söylemiş. Böylece Diyanetin “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” hutbesinde miras taksimi ile ilgili açıklamalarını, “üzerine lazım olmayan görüşü söylemek” olarak kabul etmiş ama buna rağmen açıklamanın hukuka aykırı olmadığını belirtmeden de edememiş. Ardından da İzmir Barosunun “Diyanet’i Uyarıyoruz: Türkiye Şeriatla Yönetilen Bir Ülke Değildir” açıklamasını da “hukuka aykırı değil, yerinde bir açıklamadır” demeyi ihmal etmemiş. Yani Nasrettin hocanın, “Sen de haklısın hanım” hikâyesine uygun bir üslup kullanmış.
Hz. Aişe validemizden naklettiği; “Rasûlullah (sav) eğer davetinin başında içki ve zinayı terk edin deseydi Araplar; biz ne içkiyi ve zinayı terk ederiz, ne de Muhammed’in dinine gireriz derlerdi” rivayetiyle, bizim hâlâ Mekke döneminde yaşadığımızı söylemeye çalışmış. Rasûlullah’ı günümüze taşırken ve onun sözlerini değerlendirirken; ne zaman, hangi merhalede, nerede, kime, niçin söylediğine dikkat ederek taşımalıyız. Cımbızla bir sözünü çekip işimize geldiği gibi kullanamayız. Rasûlullah’ın o........
© Mir'at Haber
