KUR’AN’IN MİRASI VE ÜMMETİN SORUMLULUĞU
Kur’an Bir Emanettir.
Yüce Allah Fâtır Sûresi’nde şöyle buyurur:
> ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا
“Sonra o Kitab’ı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik.” (Fâtır, 32)
Bu âyet, Kur’an’ın insanlığa yalnızca bir bilgi kaynağı olarak değil, aynı zamanda ilâhî bir emanet olarak verildiğini bildirir.
Zira Allah Teâlâ Kur’an’ı sadece okunması için değil; hayata taşınması, ahlâka dönüşmesi ve amelin rehberi olması için indirmiştir.
“Kitabın miras bırakılması” ifadesi, vahyin tebliğ boyutunun ötesinde bir emanet ve hilâfet sorumluluğu taşıdığını gösterir.
Bu, ilâhî kelâmın ümmetlere yalnızca tevdî edilmesi (ulaştırılması) değil; onların bu kelâm karşısında emanet şuuruyla ve mükellefiyet bilinciyle imtihan edilmeleri demektir.
Zira vahiy, kuru bir nakil değil; kalplerde ubûdiyet, amellerde istikamet talep eden canlı bir ilâhî ahidtir.
Fâtır 32. âyet, bu yönüyle Kur’an’ın bir “metin” değil, Allah ile kul arasındaki ahdin belgesi olduğunu ortaya koyar. Bu ahdi ihmal etmek, yalnızca onu unutmaktan ibaret değildir; aynı zamanda bir emaneti zayi etmektir.
İlâhî Seçim ve Sorumluluk
Elmalılı Hamdi Yazır ve İbn Kesîr gibi müfessirler, bu âyette geçen “miras” kavramını, maddî bir intikalden ziyade manevî bir tevdi ve emanet-i ilâhiyye olarak yorumlamışlardır.
Âyetteki “الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا – Seçtiğimiz kullar” ifadesi, Allah Teâlâ’nın iṣtifâ (seçip arıtma) sıfatıyla, peygamberlerden sonra vahyin taşıyıcılığını üstlenmek üzere ümmet-i Muhammed’i tercih ettiğini beyan eder.
Bu miras, yalnızca bilginin nakli değil; emanetin korunması (hıfz), manasının idraki (tefakkuh) ve hayatta temsil edilmesi (tatbîk) yükümlülüğüdür.
Dolayısıyla bu istihlâf (halifelik) sadece bir iftihar vesilesi değil; aynı zamanda imtihan ve mes’ûliyetin adıdır.
Nitekim Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetin bu üçlü derecesine işaretle şöyle buyurmuştur:
> “Hayırlarda öne geçenler (السَّابِقُونَ بِالْخَيْرَاتِ) hesapsız cennete girer;
mutedil olanlar (الْمُقْتَصِدُونَ) kolay hesaba çekilir;
nefsine zulmedenler (الظَّالِمُونَ لِأَنْفُسِهِمْ) ise üzüntüden sonra kurtulurlar.”
(Bu mâna, müfessirlerin tefsir rivayetlerinde genişçe yer bulmuştur.)
Böylece ilâhî miras, taşımakla yükümlü olunan bir kelâm, korunmakla mükellef olunan bir hakikat ve yaşamakla ispatlanacak bir ahid hâline gelir.
Üç Sınıf Mirasçı
> فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein