Kredi çağı yaşamanın yeni yükü
Son yıllarda Türkiye’de sessizce ama hızla şekillenen bir gerçeklik var: İnsanlar artık gelirleriyle değil, tanımlanan limitleriyle yaşıyor. Maaş bordrosu kadar, hatta ondan çok daha fazla, kredi kartının sağ alt köşesindeki rakam belirliyor hayatın sınırlarını. Cebindeki para değil; sistemin kendisine “kullanabilirsin” diye sunduğu miktar.
Borçlanmak, eskiden istisnaydı; bugün hayatın zorunlu grameri. Eğer bir toplumun büyük kısmı temel ihtiyaçlarını karşılamak için geleceğinden pay çeker hâle geldiyse, orada ekonomik göstergelerin ötesine geçen daha derin bir şey yaşanıyordur: Toplumsal sıkışmanın içsel deneyimi.
Bugün çoğunlukla insanlar limitin genişliğini, hayatın genişliği sanıyor. Oysa gerçek tam da aksini söylüyor. Dijital ödeme yöntemlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, para artık görünmez bir akışa dönüştü. Görünmezlik, harcamayı kolaylaştırıyor; kolaylaşan harcama, borcun psikolojik ağırlığını hafifletiyor gibi duruyor ama yalnızca o an için. Limitlerle yaşamak, insanlara geçici bir esneklik sunuyor; bu esneklik çoğu kez maddi değil, duygusal. Çünkü limit, aslında şunu fısıldıyor: “Henüz kazanmadığın parayla da var olabilirsin.”
Bu fısıltı, özellikle gençlerde güçlü bir karşılık buluyor. Geleceğin ufku daraldıkça, bugün daha parlak görünmek zorunda hissediliyor. Bir anlamda, borçlanmak yalnızca ekonomik bir araç değil, kaybolan umutların geçici ikamesi.
Günümüz Türkiye’sinde hanelerin büyük kısmı, borçlanmayı bir tercih değil, zorunluluk olarak yaşıyor. Bu zorunluluk, bireylerin hayatla kurduğu bağları dönüştürüyor. Borç artık bir........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein