Hem müminem hem kafirem”
Tefsir derslerime devam eden, on beş yıl Cuma namazı öncesi bir camide bir saat devam eden, derslere katılamadığı zaman olmayan, Çanakkale şehitlerinden birinin oğlu olan, haramdan ve yalandan uzak kalmayı başardığına inandığım kültürlü bir zat, elinde Osmanlıca el yazması bir kâğıttan okuduğu bir şiirin:
“Hem müminem hem kafirem” mısraının ne anlama geldiğini sordu.
Siz olsaydınız, ne cevap verirdiniz?
Hemen aklıma Bakara süresinin 2/256’ıncı ayeti geldi:
لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انْفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. Artık kim tağutu (Allah'tan başka kendisine boyun eğilen şahıs, kuruluş veya putları) inkâr edip Allah'a iman ederse o, kopması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işiticidir, bilicidir.”
“Küfr” kelimesinden türeyen “kâfir” kelimesi, var olanı gizleyen, üstünü kapatmaya çalışan, imanın aydınlığını karartmaya uğraşan anlamlarına gelir.
Firavun gibi kâfirler de kendisini yaratana baş kaldırıp insanları kendine kul etmeye başladığında Rabbimiz, Musa aleyhisselama emrediyor:
اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى
“(Şimdi) Firavun'a git. Çünkü o, azdı.” (Ta-Ha........
© Milli Gazete
