Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (93)
Kemalist Rejimin ve Sabataî Cemâatinin istenmiyen adamı: Mehmed Âkif
27 Aralık 1936 günü, akşam üzeri İstanbul’da vefât eden Mehmed Âkif merhûm, Kemalist Rejimin (ve onun hâkim unsuru olan Sabataî Cemâatinin), mümkün olsa, ismini dahi unutturmak istediği bir şahsıyetti. Rejim, onun için resmî cenâze merâsimi yapmamış, lâkin Üniversite gencliği ve halk, en asîl cepheleriyle Anadolu Milletinin rûhuna tercümân olan bu büyük mütefekkir, âlim, muharrir, mütercim ve şâirin cenâzesinin bir garîban cenâzesi gibi kaldırılmasına râzı olmamış, bir ânda Bâyezid Câmii’ni dolduran kadirşinâs Mü’minler, tâbutunu gözyaşları içinde bayraklara ve Kâbe örtüsüne sarmış, büyük cemâatle namazını kılmış, mübârek naaşını bütün yol boyunca eller üstünde taşıyarak Edirnekapısı Mezarlığı’ndaki ebedî istirâhatgâhına tevdî etmişlerdi.
O ânların bir şâhidi olan Mithat Cemal Kuntay, nasıl Milletin hâs evlâdlarının, en başta Milliyetci Üniversite gencliğinin, Millî Mütefekkir ve Şâirimizin (Kemalist resmî ricâlin boykot ettiği) cenâzesinin “bir fıkara cenâzesi” gibi kalkmasına müsâade etmediklerini anlatıyor:
“Cenaze Bayezidden kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil.
“Çok sonra bir kaç kişi göründü. Biraz sonra çıplak bir tabut geldi. ‘Bir fıkara cenazesi olmalı.’ dedim. O anda Emin Efendi lokantasının sahibi Mahir usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım.
“Al sancakla siyah Kâbe örtüsüne sarılan tabut, Üniversite gençlerinin bir ürperme manzarası alan elleri üstünde gidiyordu. Cenazenin arkasında yekpare bir karaltı yürüyordu; bunda bir damla ‘teşkilât’ yoktu; bunlar, bir işaretin, bir teşekkülün topladığı insanlar değildi; kendi kendine gelenlerin saflarıydı; sırf cenazeye gelmiştiler, ve bu, şahidi olmıyan güzel dostluktu. Cenaze arabası, tekerleklerinde, beygirlerinde şuurlaşan bir durgunlukla arkadan, uzaktan geliyordu.
“Mezarlıkta ‘maket’ini [maskını] almak istediler; bana danıştılar: ‘Tabutunu açabilir miyiz?’ Ona bu kadar yakın olmaktan utandım. Üniversite gençlerini gösterdim:
‘- Çocuklarına sorun!’ dedim.
“İstiklâl........
© Milat
