Bostanlı vapurunda kendimle…
Alsancak – Bostanlı Vapuru’na binmiştim. Yakıcı ve terle sırılsıklam edici bir günün sonunda, ferahlatıcı bir akşamın ayak sesleri yükselmişti… Güneş yakıcı alevlerini geri çekmiş, kızıl libasını geçirmiş, batışa hazırlanıyordu. İskeledeyken güneş tam göz hizasında olduğu için alnın kırışıklığına, bakışların kısık ve ciddiyetine sebep oluyordu... Güneş sadece son dakikalarında kendine nazar etmeye izin verir ve bakmasını bilenler de satırlara döker batışın ağıtını…
Güneşin en masum halidir günbatımı. Ne kadar ihtişamlı olsa da zevala – yok olmaya mahkûm olması; giderken kızıl gözyaşları döktürür... Tepedeyken hiç kavurmamış, sanki yakıp – yıkmamış gibidir… Öyle de çabuk batar ve ufukta öyle hızlı kaybolur ki… Kendi gider, ateşli dedikodusunu beton yığınları ve kızgın asfalt yüzümüze yüzümüze yapar ve bu dedikodu geceye kadar devam eder…
Vapur ilerlerken, bir denize, bir ufukta ki kızıl güneşe; birde kıyılara bakıyordum… Gemileri, vapurları bir garson zarafetinde tutan çalkantılı deniz kapılarını açıp; bana gel! Dedi. Tutulamaz, parmaklar........
© Milat
visit website