ZEYREK’TE SEYRİ SEFA
İstanbul, ne kadar anlatılırsa anlatılsın, ne kadar yaşanırsa yaşansın asla tam mânâsıyla ifade edilemeyecek kutlu ve anaç bir şehir. Bu kutlu beldeye bir mühür gibi vurulmuş Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’nin inşasının üzerinden yaklaşık 15 asır geçmesine rağmen (Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında yaptırıldı) hangi seyyah eksiksiz anlatabilmiş, iki kıtadan mülhem olan ve Boğaz’ından âb-ı hayat akan nâdide güzelliklerini hangi şair bilhakkın dizelerine dökebilmiş. Muamma!..
Bu minvalde müjdeli şehre dair yıllardır yüzlerce yazı serdettik; bazen 8 bin 500 yıllık tarihinin en dibine indik, bazense kadîm kulelerinin zirvesine çıkıp 360 derece seyre dalarak gördüklerimize sizleri de şahit kıldık. Fakat nafile, her defasında eksiz kaldık... Dememiz o ki, İstanbul’u anlatmaya ömür yetmez. Neresini anlatsanız, bir tarafı eksik kalır. O anaçlığıyla her dem kendisini tazelerken, siz eksilirsiniz, ömrünüzden ömür gider…
Geçtiğimiz yıllarda İstanbul’un “Su Uygarlık ve Medeniyeti”ne dair uzunca bir araştırma yazısı kaleme alarak kadîm tarihin izini sürmeye gayret etmiş, günümüze ulaşan nâdide eserlerinden bahsetmiştik…
Bir taraftan Roma ve Bizans Uygarlıkları’nın inşa ettiği sarnıçlardan (ölü su) bahsederken, diğer taraftan ise Cihan Devleti Osmanlı’nın su yollarıyla, su terazileriyle, su bentleriyle, su kemerleriyle, su maksemleriyle, şadırvanlarıyla, çeşmeleriyle, sebîlleriyle (canlı su), insanlığa hizmet eden vakfiyeleriyle inşa ve ihya ettiği şaheserlere uzun uzun değinmiştik…
“SU UYGARLIĞI” SARNIÇLARLA ZİRVE YAPMIŞ
M.Ö. 667 yılında Sarayburnu’nun bulunduğu bölgede Kral Megaralı Byzas tarafından kurulan Byzantion; Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, İstanbul gibi isimlerle anılan bu kutlu şehir 8 bin 500 yıllık kadîm bir geçmişe sahipliğiyle birlikte inançların, kültürlerin, ticaretin, uygarlıkların ve medeniyetlerin kalb kalbi olmuş.
Şehrin su ihtiyacı, Roma ve Bizans dönemlerinde sayıları binlerle ifade edilen yeraltı sarnıçlarından karşılanıyormuş. Tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan “Byzantion”un ihtiyacının giderilmesi amacıyla 2. Yüzyılda Roma İmparatorluğu döneminde İmparator Hadrianus tarafından Belgrad Ormanları civarından şehre su taşıyan hat tasarlanmış. 4. yüzyılda, İmparator Valens döneminde, Trakya tarafındaki kaynaklardan şehir merkezine su taşıyan uzun bir isale hattı inşa edilmiş. Hat 373 yılında, İmparator I. Theodosius döneminde bugünkü Kırklareli yakınlarına kadar uzatılmış. Bu yolla kente iletilen suların depolanması için şehirde yer altında ve yer üstünde olmak üzere iki tip sarnıç inşa edilmiş. Kente taşınan su, ihtiyaç üzerine yapılan çok sayıda sarnıçta depolanmaya başlanmış. Bu süreçte sayıları binleri bulan irili ufaklı kapalı olanlardan farklı olarak 4 tane de açık hava sarnıcı inşa edilmiş.
İstanbul’daki bu 4 sarnıçtan 3’ü [İmparator II. Theodosius döneminde yaptırıldığı tahmin edilen Aetios Sarnıcı (Karagümrük Stadı), Karagümrük’te; Bizans İmparatoru I. Leon döneminde General Aspar tarafından inşa ettirilen Aspar Sarnıcı (Yavuz Sultan Selim Sarnıcı), Yavuzselim’de; I. Anastasius tarafından inşa ettirilen Hagios Mokios Sarnıcı (Altımermer Çukurbostanı), Fındıkzade’de] yani Suriçi bölgesini kapsayan Fatih’te, diğeri ise [Bizans İmparatorluğu’nun altın çağı olan 5. ve 6. yüzyılda, Magnaura Sarayı ile çevresinin su ihtiyacını karşılamak için yaptırılan Osmaniye Veliefendi’deki Fildamı Sarnıcı (İşlevini kaybetmesinin ardından orduya ait fillerin barınma mekânı olan sarnıç, Osmanlı döneminde de bu işlevini devam ettirmiş.) ] sur dışındaki Bakırköy’de bulunuyor.
FETİHLE “ÖLÜ SU”DAN “CANLI SU”YA GEÇİLMİŞ
Roma ve Bizans İmparatorlukları döneminde tatlı su kaynakları bakımından yetersiz olan kentin su ihtiyacının depolanıp giderilmesi için inşa edilen dört tarafı taş ve tuğlalardan yapılan duvarlarla çevrili açık ve kapalı devasa su hazneleri sarnıçlara kuşatmalar sırasında sular depo edilir; gerek içme suyu olarak, gerekse çeşitli alanların sulanmasıyla birlikte farklı şekilde değerlendirilmek için kullanılırmış.
Sur içindeki İstanbul, fetihten önce su ihtiyacını su birikintilerinden oluşan sarnıçlarla karşılarken, fetih sonrası İstanbul’un dışından su kemerleri marifetiyle getirilen sulara ilavelerle birlikte sarnıçtan çeşmeye yönelinerek âdeta “Su Medeniyeti”nin zirvesine çıkılmış. Yani bir anlamda “ölü su”dan “canlı su”ya geçiş yapılmış.
Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar aktif olarak kullanılan sarnıçlar, Osmanlı Devleti dönemine gelindiğinde “durgun su”yun sağlık bakımından uygun olmaması nedeniyle âtıl hâle gelmiş veya başta bahçe sulama olmak üzere başka amaçlarla kullanılmış. Dört tarafı taş ve tuğlalardan yapılan duvarlarla çevrili devasa su hazneleri, depo işlevi görmelerinin yanı sıra suyun getirdikleriyle dolan zemin nedeniyle ziraat yapılan alanlar olarak da faydalanılmış. Sadece sarnıç görevi görmeyen bu yapılar “çukurbostan” olarak adlandırılmış.
(Fetih’ten sonra şehri yeniden inşa ve ihya eden Osmanlı Devleti ise su ihtiyacını sarnıçlardan değil, çevredeki su kaynaklarından karşılamaya başlamış. Özellikle Mimar Sinan’ın baş mimarlığı döneminde İstanbul’un belli meydanlarında umumî kırk çeşme yapılmak suretiyle şehirde “Su Medeniyeti” zirve yapmış. Daha sonraki dönemlerde Kırkçeşme Su Sistemi’nden beslenen çeşmelerin sayısı 300’ü bulmuş. Sonraki yıllarda yapılan ek tesislerle bu sayı 580’e kadar ulaşmış.)
ZEYREK ÂDETA AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİ...
Geçtiğimiz günlerde Zeyrek ve Karagümrük’te ayakta kalma mücadelesi veren kadîm su sarnıçlarındaki hareketliliği görünce bir kez daha sizlerle paylaşma gereği duyduk…
Önce Fatih’in Zeyrek Mahallesi’ne uğrayıp, Roma Uygarlığı’ndan bizlere miras kalan su sarnıcının dünden bugüne hikâyesine kısaca değinelim…
“Serçeden başka kuş, Zeyrek’ten başka yokuş tanımam” deyimiyle özdeşleşen Zeyrek Mahallesi’nin en önemli eserlerinden Zeyrek Sarnıcı (Pantokrator-Fil Damı); asırlardır sırtını âdeta kartal yuvasını andıran tepeye yaslamış, yüzünü ise Atatürk Bulvarı, Şeb Sefa Hatun Camii, İMÇ, “Altın Boynuz”........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon