ANNEM...
Kurusırt’ın ardı Kangal’dan Sivas iline avdet ederken, bir burukluk var içimde...
Asıl vatandan, ana rahmine düştüğüm topraklardan gurbete yol alırken içimde kopan sessiz çığlılar vuslata kapı aralayacak Annemin ulağıymış meğer...
Şükür Bayramı’nda ve Ağustos sıcağında ellerine, ayaklarına, yanaklarına kondurduğum bûselerin, aldığım helâlliklerin sayılı nefeslerine son kez değdiğini bilemedim!..
Can emanetinin ruhunda oluşturduğu sıkıntılara rağmen “ah değil, af” teslimiyetini “lâ ilâhe illallah...” tesbihatına ulayarak uçsuz bucaksız deryalarda tefekküre dalışını sezemedim!..
Can tende, ruh bedende iken vuslat günlerinin yaklaştığını, “her nefis ölümü tadacaktır” âyetinin tecelli edip seni bizlerden alıp götüreceğini akledemedim Annem...
İki kapılı hanın ilk kapısı... Merhamet, şefkat ve bütün güzelliklerin kaynağı... Her zorluktan sonra bir kolaylığı halk edene bende olmanın teslimiyetiyle yoğrulan... Cenneti ayaklarının altına almak için gecesini gündüzüne katan Annem...
Anneciğinin ciğerparesi... Babacığının ilk göz ağrısı... Hayatının baharında kör kurşunla kör kuyuya düşen yiğitler yiğidi Yusufun biricik ablası... Kendirlilerin ocağını tüttüren Esması Annem...
Daha 17’sinda Özdemir’e yâr olan... 14 yavrusunu 9 ay 10 gün taşıyan; 9 evladını esen yelden, uçan kuştan sakınan... Geçmişin kederlerini umut ile sırlayıp neşeden gün almaya gider iken “Asrın Felaketi” Marmara Depremi’nin arifesinde kara haberle mâteme boğulan... Arkasında dağ gibi duran adamın nefessiz, sessiz hâlini görünce........
© Milat
