Bahçemizi Yetiştirelim
Kim tarafından, ne zaman, hangi amaçla yazılmış olursa olsun klasiklerin insana dokunan bir tarafı var. İnsanın ve insanlığın zihniyet parıltısından izler taşıyan bu metinler belki de sadece bu yüzden belli aralıklarla okunmayı hak eder. Geçen hafta tam da böylesi bir gerekçeyle, kitaplığıma göz gezdirirken Volaire’in Candide adlı anlatısını alıp bir çırpıda okudum. Metin, bir yönüyle Schopenhauer’un karşı tarafında konumlanan Leibniz’in “dünya yaratılması muhtemel en iyi dünyadır.” cümlesinin yanlışlaması üzerine inşa edilmiş ve bütün coğrafyalarda, hatta belki de bütün zamanlarda, dünyanın her daim kötülüklerle hemhal olduğunu ispata yönelik olarak kurgulanmış. İçinden geçtiğimiz sürece bakıldığında Voltaire’in bu yaklaşımının çok da yabana atılır bir tarafı yok.
Hikayenin kahramanı Candide başlangıçta her şeyden habersiz, içi iyilikle dolu bir gençtir ve hocası Pangalos’un öğretilerine açık bir içdünyayla onun kendisine aktardığı bilgileri pekiştirmeye uğraşır. Olay örgüsü, farklı kıtalar ile coğrafyaları tanıma biçiminde gelişir ve metnin başlangıcından sonuna kadar Fransa’dan Hollanda’ya, İtalya’dan Bulgaristan’a, İspanya’dan Amerika kıtasına, oradan tekrar Avrupa’ya ve en nihayetinde İstanbul’a uzanan geniş bir serüven üzerine kurgulanır. Bütün bu süreçlerde Voltaire, Candide tiplemesiyle hayatın anlamını sorgular, sorgulatır. Candide nereye giderse gitsin, hangi memlekette yaşamaya mecbur kalırsa kalsın iklim farkedilmeksizin dünyanın hep kötü, iğrenç yüzüyle karşılaşır ve oradan gerisingeri başka bir coğrafyaya sürüklenmek zorunda kalır. Metnin tezi dünyanın neresinde, hangi koşullarda yaşarsa yaşasın bütün insanların eşit muameleyi, insanca yaşamayı hak ettiği şeklindedir. Bu teze göre insanlar Tanrı tarafından yeryüzü tarlasına onu işlemek, emek vermek, elde ettiklerini adilce paylaşmak üzere gönderildikleri halde bir türlü can sıkıntısı, işsizlik ve yoksulluk adlı üç büyük kötülükten........
© Milat
