Zırhını kır ve o fısıltıyı duy
Hayat, önümüze serilmiş hazır bir harita vaadiyle başlar. İstikameti belli, menzili garantili, toplum tasdikli bir güzergâh… Okulun koridorlarından kariyerin parlak basamaklarına uzanan bu yolda yürürken, dışarıdan bakan bir göz için her şey mükemmel görünür. Düzen, başarı, takdir… Lakin bir gün, belki bir şafak vakti ya da uykusuz bir gecenin ortasında, ruhun derinliklerinden bir uğultu yükselir. O güne dek bastırılan, görmezden gelinen o kadim soru, tüm çıplaklığıyla karşımıza dikilir: "Bu gerçekten benim hikâyem mi?" Bu, bir anlık bir şüphe değildir; varoluşun en temel çatlağıdır. O an anlarız ki, en büyük yolculuklar, dışarıda yeni bir yola çıkmakla değil, içeride kaybolan pusulayı yeniden bulmakla başlar.
Bu tanzim edilmiş merdivenin hipnozu altında ilerlerken, başkasının başarı tarifini ne zaman kendi hayatımızın anayasası yaptığımızı fark etmeyiz bile. Sorun hırslı olmakta değil, bize ait olmayan bir kimliği taşımakta ısrar etmektir. Başkasına yazılmış bir rolü oynamak, zamanla giyilen görünmez bir zırha dönüşür. Her hareketiniz kısıtlanır, her fısıltınız boğulur ve en acısı, bir gün aynaya baktığınızda kendinizi tanıyamazsınız. İnsan için en büyük gurbet, kendi ruhuna sürgün olmaktır. İşte bu zırhı kırma iradesi, her türlü yıkımdan daha güçlü bir devrimdir.
Zincirsiz........
© Milat
