Ya asıl mesele varmak değilse
Hepimiz bir yerlere varmak için yaşıyoruz. Kariyerin zirvesine, hayallerdeki eve, listenin sonundaki hedefe. Hayatı, durakları önceden belirlenmiş bir güzergah gibi görüyor, bir sonraki istasyona ulaşmanın telaşıyla nefes nefese koşuyoruz. Oysa hiç durup kendimize sorduk mu? Ya asıl mesele varmak değilse? Ya tüm bu koşturmaca, yolun kendisinde saklı olan güzellikleri gözden kaçırmamıza neden olan büyük bir yanılsamadan ibaretse? Yolculuğun büyüsünü unutup sadece varış tabelasına odaklandığımızda, hayatın özünü, ruhunu yitiriyoruz.
Çağımız bize tek bir mutlak güç sunuyor: üretkenlik. Verimlilik adı verilen bu sarsılmaz ilke, bizden sürekli daha fazlasını talep ediyor. Daha hızlı çalış, daha çok üret, daha az uyu, daha etkili ol. Bu uğurda feda ettiklerimiz ise çoğu zaman farkında bile olmadığımız en değerli hazinelerimiz. Dostlarla içilen bir kahvenin kırk yıllık hatırı, artık dakikalarla ölçülen bir mola birimine dönüştü. Pencereden dışarıyı seyretmenin, bulutların hareketini izlemenin o eşsiz keyfi, “zaman kaybı” olarak etiketlendi. Bu doymak bilmez iştah, ruhumuzu yavaş yavaş öğütürken bizi duygusal olarak çorak bırakıyor. Hedeflerimize ulaştığımızda hissettiğimiz o anlık tatmin, feda ettiklerimizin yanında ne kadar da sönük kalıyor, hiç düşündünüz mü? O terfiyi aldığınızda, o son model telefonu satın aldığınızda hissettiğiniz........© Milat
