Türkiye'nin stratejik aklı ve güvenliğin bedeli
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte'nin Londra'daki Chatham House'da yaptığı konuşma, sadece diplomatik bir açıklama olmanın çok ötesinde, küresel güvenlik sahnesindeki derin dönüşümün ve İttifak'ın geleceğine dair güçlü bir vizyonun ilanıydı. Rutte'nin "daha güçlü, daha adil ve daha ölümcül bir İttifak" çağrısı, ilk duyulduğunda belki de alışılmadık bir tınıya sahipti. Ancak bu ifade, bir tehdit değil, aksine caydırıcılığın ve kararlılığın en net haliydi. Rutte'nin de vurguladığı gibi, bu mesaj sadece dinleyicilere değil, aynı zamanda potansiyel tehditlere yönelikti: NATO'nun herhangi bir saldırıya karşı yıkıcı bir karşılık verme iradesi ve kapasitesi olduğu açıkça ortaya konuyordu. Peki, bu yeni ve iddialı "ölümcül ittifak" vizyonunda Türkiye'nin konumu ne, bu vizyon Ankara'nın stratejik pusulasını nasıl etkiliyor?
Düşünün bir an, Rutte'nin 1930'lu yıllar Avrupa'sıyla yaptığı o çarpıcı karşılaştırmayı. Bu benzetme, mevcut tehdidin ciddiyetini ve aciliyetini gözler önüne seriyor. Rusya'nın askeri kapasitesini akıl almaz bir hızla artırdığı, üç ayda NATO'nun bir yılda ürettiği mühimmatı tek başına üretebildiği ve hatta 5 yıl içinde NATO'ya karşı askeri güç kullanmaya hazır olabileceği uyarısı, artık hiçbirimizin "doğu kanadında" olmadığını, hepimizin aynı güvenlik şemsiyesi altında olduğunu haykırıyor. Çin'in de benzer bir askeri modernizasyon içinde olması, bu tehdit tablosunu daha da karmaşıklaştırıyor. Rutte'nin de altını çizdiği gibi, "Umut bir strateji değildir." Güvenlik artık yüksek bir bedel istiyor ve bu bedel sadece askeri harcamaları artırmayı değil, müttefikler arası iş birliğini de derinleştirmeyi gerektiriyor. Türkiye için bu, kendi tarihsel dış tehdit deneyimleriyle örtüşen, ancak aynı zamanda İttifak içinde daha fazla uyum ve kolektif savunma için daha geniş bir alan anlamına gelen bir çağrı.
Rutte'nin konuşmasının en can alıcı noktalarından biri, NATO müttefiklerinin gayri safi yurt içi hasılalarının (GSYİH) yüzde 5'ini savunmaya ayırma hedefiydi. Bu, 2014'te belirlenen yüzde 2'lik hedefin çok ötesinde, gerçek bir "savunma sıçraması" anlamına geliyor. Türkiye, bu hedefe doğru önemli adımlar atmış durumda. 2024'te GSYİH'sinin tahmini yüzde 2,09'unu savunmaya ayırarak NATO'nun yüzde 2'lik hedefini ilk kez karşıladık. Savunma bütçemizin yüzde 31,8'ini ana ekipman ve ilgili araştırmalara ayırarak NATO'nun yüzde 20'lik ekipman harcaması hedefini de fazlasıyla aştık. Bu rakamlar, Türkiye'nin İttifak'a olan sarsılmaz bağlılığının ve savunma kapasitesini artırma iradesinin somut göstergeleridir. Diğer müttefiklerin (Polonya, Almanya gibi) bütçelerini çok daha hızlı artırması nedeniyle, NATO'nun toplam savunma harcamaları içindeki payımızın göreceli olarak gerilemesi, "adil yük paylaşımı" kavramının sürekli değişen bir hedef olduğunu gösteriyor. Yüzde 5 hedefine ulaşmak, özellikle mevcut ekonomik koşullarımız ve enflasyonla mücadele hedeflerimiz göz önüne alındığında, mali........
© Milat
