Söz uçar yazı kalır
Dilin sırrına ermek, sanki bir Anadolu bilgesinin yıllanmış hikâyelerini dinlemek gibi. Bizi biz yapan, dünyayı kalbimizle anlamlandıran, sevinci de kederi de kelimelere döken bu mübarek güç, nereden geldi dersiniz? Bazen içimize kapanıp derin kuyularda düşünürken, bazen de dost meclislerinde çay sohbetlerinde kelimelerle dans ederiz. Bugün, bu iki hali, bizi insan eden dilin iki pınarını yakından inceleyelim. Hazır mısınız, bir dil fırtınasının kalbine doğru esrarengiz bir yolculuğa çıkmaya?
Bir yanda, adını duyunca saygıyla ayağa kalktığımız bir alim, dilin üstadı Noam Chomsky durur. O der ki, dil dediğin öyle sonradan öğrenilecek bir şey değil, canımızın bir parçası, ruhumuza işlenmiş bir emanet. Tıpkı bir fidanın toprağa kök salması, bir çiçeğin kendi rengini bulması gibi, dil de içimizde kendiliğinden boy verir. Düşünsenize: Minicik bir yavru, etrafında duyduğu yarım yamalak, bazen de yanlış cümlelere rağmen, ana dilinin o çetrefilli yapısını nasıl da su gibi öğrenir! İşte bu, der Chomsky, dilin bir bilgisayar programı gibi, zihnimizin derinliklerinde kurulu bir sistem olduğunu gösterir. O, dilin öncelikli olarak iç düşüncemizin motoru olduğunu savunur; hayalleri kuran, planları yapan, zihinsel labirentler inşa eden bir mimar ustası. Konuşma eylemi mi? O, bu içsel mimarinin dışarıya yansıyan, vitrin süsü gibidir sadece. Bu eşsiz dil becerisi, sanki İlahi bir dokunuşla, beynimizde öyle bir lambayı yaktı ki, insanlık düşünce gücünde eşi benzeri görülmemiş bir patlama yaşadı. Sanatın coşması, bilimin ilerlemesi, kültürün şahlanışı, belki de bu ani aydınlanmanın ta kendisiydi.
Ancak bu şaşaalı tabloya, Anadolu'nun o keskin rüzgarları da sert eser. Dünya üzerinde binlerce dilin inanılmaz zenginliği ve çeşitliliği, Chomsky'nin evrensel yapı iddialarını zorlar. Amazon'un ücra köşelerinde yaşayan Pirahã kabilesinin dili gibi istisnalar, Chomsky'nin teorisinin temel direği olan "özyinelemenin", yani bir yapının kendi içine tekrar tekrar yerleştirilmesi özelliğinin, her dilde bulunmadığını gösterir. Eğer bir dil, bu kritik yapı olmadan da iş görebiliyorsa, evrensellik iddiası ne kadar sağlam durur ki? Üstelik, dilin beynimizde elle tutulur bir "organ" gibi bulunamaması ve FOXP2 geni gibi başlangıçta "dil geni" diye bilinen keşiflerin, aslında daha çok hareket becerileri ve öğrenmeyle ilgili olduğunun anlaşılması, Chomsky'nin görüşünü zayıflatan diğer noktalar. Ve en çarpıcı darbe: Günümüz insanının sahip olduğu FOXP2 geninin eski zaman insanında da bulunması, dilin kökeninin çok daha eskilere dayandığını gösterir. Bu, öyle ani bir aydınlanma değil, aksine uzun soluklu, sabır isteyen bir yolculuk anlamına gelir.
Diğer yanda ise, İngilizlerin yetiştirdiği dünya çapında bir fikir adamı, Robin Dunbar'ın sosyal tımar hipotezi, dilin bambaşka, çok daha samimi bir kökene sahip olduğunu fısıldar bize. Dunbar, dilin bir nevi sosyal harç........
© Milat
